AYDIN kimdir? Kime aydın denir? İdeolojisi var mıdır yok mudur? Günümüz aydınları.... ve aydın'a ilişkin pek çok değerlendirmeyi, kitabın henüz ilk kırk sayfasında olmama rağmen paylaşmak istedim. Öğrenin istedim :)
Kabile
toplumunun eşitliği bozulunca, yeni hakim sınıf açısından eski eşit ve kandaş
kabile üyelerine boyun eğdirme sorunu ortaya çıktı. Devlet ve ideoloji böyle
doğdu.
Hakim sınıf kendi silah tekelini kurdu, ezilenlerin yeni sınıflı topluma rıza göstermelerini sağladı. Devlet zorunu uygulayacak silahlı güç ve topluma eğmeyi ideolojik araçlarla dayatan AYDIN, birlikte doğdu.
Aydın, sınıf bilinçlidir. Konumunu, ideolojisi belirler. Hemen
belirtelim, bilinç ve ideolojiye olumlu içerikler yüklemiyoruz. Aydının
bilincini ve ideolojisini, ezen sınıflar da belirleyebilir, ezilen sınıflar da.
(s. 18)
İdeolojik İnsan: Aydın (s. 11-12)
Ülkemizde pek
çok kişi, aydını, nesnel, bilimsel-sosyolojik bir kavram olarak değil; olumlu
bir kavram, bir paye, bir değer yargısı olarak tanımlıyor. Böylece metafizik
bir aydın kavramı çıkıyor ortaya. Oysa bilimin, kendine özgü, nesnellik iddiası
olan araçları ve kavramları vardır. Bilim, fizik ötesi değildir, doğa ötesi değildir;
değer yargılarıyla yapılmaz.
Sıradan
insanın aydın kavramına nesnelliğinin
dışında olumlu anlam yüklemesi, biraz da bu kavramın sözcük kökeninden geliyor.
Batı dillerinde zihin, idrak, ve zeka kökeninden türetilen "intellectual" sözcüğü
Türkçemizde aydınlanmak eyleminden türetilmiştir.Aydın’dan önceki münevver
sözcüğü de öyleydi; nurlu, aydınlatılmış, ışıklı anlamına geliyordu. Türkiye’deki
Aydınlanma hareketinin yetersizliği, aydın sözcüğüne de damgasını vurdu;
nesnelliğe ve bilimselliğe vurgulu bir sözcük değil de değer yargısı
çağrıştıran bir sözcük olarak dilimize yerleşti. Artık bu sözcüğü
değiştiremeyiz, dilimize yerleşti; bu kavramı bilimsel içeriğiyle tanımlama
durumundayız.
Aydının Doğuşu
Aydın, üretim
fazlasıyla birlikte doğmuştur. Eşitlikçi kabile toplumu, ürettiğinin hepsini
tüketiyordu. Emeğin üretkenliğini artıran üretim teknolojilerinin gelişmesiyle, üretimde artış oldu. Tüketilmeyen bu fazlaya kabile aristokrasisi el koyarak
hakim sınıfa dönüştü. Veya bazı kabileler diğerlerini yağmalayarak zenginlik
elde ettiler. Üretim fazlası ve talanla elde edilen zenginlik, özel
mülkiyetin, değişim değerinin, piyasanın, sınıfların, devletin, ordunun, ideolojinin,
bilimin, sanatın, aydının, kısacası uygarlığın doğmasına yol açtı.
Üretimin
fazlası, toplumun bir kesimi için, üretim çalışması dışında boş zaman anlamına
geliyordu.

Hakim sınıf kendi silah tekelini kurdu, ezilenlerin yeni sınıflı topluma rıza göstermelerini sağladı. Devlet zorunu uygulayacak silahlı güç ve topluma eğmeyi ideolojik araçlarla dayatan AYDIN, birlikte doğdu.
Aydın,
doğuşundan bu yana temel sınıflardan biri değil, fakat o temel sınıflardan
birine manevi üretimde bulunarak hizmet sunandır. Aydın, ilk sınıflı
toplumlarda din adamıydı. Çünkü o zamanın hakim ideolojisi, dindi. Süleyman,
Davud, Musa, İsa, İbrahim, Muhammed ve yüz binlerce nebi veya resul, sınıflı
toplumu ideolojik alanda düzene sokan ilk aydınlar ve politikacılardır.
Üretim
fazlası ve boş zamanla ortaya çıkan aydın, artı ürünün içinden bir şerefiye
alır. Bu şekilde üretime katılamadan beslenebilmesi; felsefe ve sanatın da
koşullarını yaratmıştır. İnsanlık, derin ve sistemli düşünmeyi, üretim
fazlasına, boş zamana ve sınıflaşmaya borçludur. Din, soyut düşüncenin
başlangıcıdır; bu anlamda felsefenin ve bilimin de başlangıcıdır. Din aynı
zamanda soyut düşüncenin prangasıdır. Dün ileri olan, daha sonra geriliğin
eksenini oluşturmuştur. Diyalektik! (s. 15)
Sınıflı
toplum, hem bilgin ve aydını işe koşarak gelişmektedir, hem de kendisini
bilginin muhalefetine karşı korumaktadır. Üstelik, çıplak zorun egemen oluğu bu
toplumlarda, muhalefetn bedeli ağırıdr. Bruno ve Galile gibi Batılı örnekler,
Nesimi gibi Doğulu örnekler var. (s. 16).
Aydın Kavramının Yapıtaşları: İdeoloji
ve İşlev
İşçi ve
sermayedarın sınıfsal konumlarını belirleyen, üretim sürecindeki karşıt
yerleridir. İşçi, ücret karşılığında işgücünü sermayedara kiralar. Sermayedar,
kiralığı işgücünün ürettiği değerin bir kısmını içşiye ücret olarak verir, geri
kalanına ise sahiplenir. İşte bu ödenmeyen emeğe, artıdeğer veya kar denir.
Aydınların
durumu farklıdır. Aydın olmayı belirleyen nitelik, üretim sürecindeki konumdan
gelmez; ideolojisi ve bilinçten kaynaklanır. Aydın insan, ideolojik insandır.
(s. 17) Oysa işçi ve sermayedarın konumlarını, bu ilişkiyi nasıl
yorumladıkları, bu ilişki hakkındaki bilinçleri, onların sınıfsal konumlarını
belirlemez. Örneğin, işçinin ideolojik tavrı onun sınıfsal konumunu
değiştirmez. İşgücünü satan emekçi, ideolojik yönden burjuva olabilir; diğer bir
deyişle, kendi sınıfının değil, karşıt sınıfın bilinci taşıyabilir; patronu
gibi liberal düşünebilir. Ancak o işçi, burjuvaca düşündüğü için burjuva olmaz.
Aydın ise,
hangi ideolojinin hizmetinde ise, o ideolojiye sahip olan sınıfın aydınıdır.
Aydın ideoloji değiştirerek, sınıfını da değiştirebilir. 1980’li yıllardan
itibaren bunun çok örneğini gördük. Dönekler, elbise değiştirir gibi
ideololojilerini değiştirerek, sınıflarını da değiştirdiler.
Aydın, sınıf bilinçlidir. Konumunu, ideolojisi belirler. Hemen
belirtelim, bilinç ve ideolojiye olumlu içerikler yüklemiyoruz. Aydının
bilincini ve ideolojisini, ezen sınıflar da belirleyebilir, ezilen sınıflar da.
(s. 18)
Aydın,
ideolojik bir safa girmenin ötesinde, bir işlev sahibidir. Aydın, bir sınıf
adına düşünce ve sanat eseri üreterek, o sınıfın toplum üzerindeki ideolojik
hegemonyasına veya siyasal yönelimine hizmet eder. (Gramsci, Aydınlar ve Toplumlar;
aktaran Doğu Perinçek, Aydın ve Kültür, s. 19)
Aydın ile Kafa Emekçisi Farkı
Aydın ile
kafa emekçisi hep karıştırılır. Üretim faaliyetine ağırlıklı olarak zihinsel
emekle katkıda bulunanları, aydın diye tanımlayanlar olmuştur. Aydın, üretim
sürecine kafa emeğini kiralayarak katılan kafa emekçisinden farklıdır (Gramsci,
a.g.e). Bir doktor, bir mühendis, kafa emekçisidir, aydın değildir. Onlar, emeklerini patrona ücret veya aylık karşılığında kiralıyorlar. Aydın’ın
kimliğini ise, kafa emeğini satması değil, ideolojik faaliyeti ve sınıf mücadelesindeki
işlevi belirler (s.19). Aydın, hangi sınıfın manevi değerlerini üretirse ve
hangi sınıfın siyasal mücadelesine önderlik ederse, o sınıfın üyesidir. Aydın,
özete siyaset, bilim, düşün ve sanat faaliyetleriyle kendi sınıfını seçen
insandır. (s. 21).
Aydın takımı,
sınıfların öncü kesimleridir. Bu sınıfı bakımından, üretim ilişkileri zemininde
var olur. Örneğin Engels fabrikatördü, ama burjuva sınıfından değildi, işçi
sınıfının öncüleri arasında yer alıyordu. Lenin ve Mao da üretim sürecinde işçi
olarak yer almadılar, bununla birlikte işçi sınıfının öncüsü konumundaydılar.
Tersi de olabilir. Bugün Batı işbirlikçisi televizyonlarda ve gazetelerde
çalışan yazar kadrolar, ücretle çalışıyor olsalar da işbirlikçi burjuvazinin
aydın takımı içinde yer alırlar.(s. 23)
Bilinçli
olmak aydın olmaya yetmez; aydın tanımı içine girebilmek için bilinç taşıyıcısı
olmak gerekir. Aydına “ideolojik insan” dememizin nedeni budur. Yoksa her
insanın zorunlu olarak ideolojisi vardır [İdeolojim yok denmesi trajikomiktir,
fe]. (s. 24)
(…)
İrfan Erdoğan
“bilincin mülkiyet ve egemenlik ilişkileri içinde otomatik kazanılacağı
kanısındadır. Bu nedenle bilinç taşıyıcısı işlevini, yani öncü işlevini kabul
etmiyor. Oysa, işçi, kendiliğinden bilinçli olmaz. Bilinçli olması için öncüsü
(aydınları) olması gerekir. Öncüler yoksa, yüzlerce yıl aynı mülkiyet ilişkileri
içinde yaşasa, bilinçli işçi haline gelmeyecektir. (s. 25).
(…)
İDEOLOJİ NEDİR?
Hatırlatmak
gerekirse, aydın, toplumun sınıflara bölünmesiyle ortaya çıktı. Herhangi bir
aydın için, ezenlerin ya da ezilenlerin aydını olmak dışında üçüncü bir seçenek
yoktur. Düşün ve sanat yaratııcıları yeni bir ideolojisi yaratamazlar. Yeni bir
üretim tarzı, yeni bir sınıf yaratamazlar.
İdeoloji;
tez, doktrin, siyaset ile sürekli karıştırılır. Tez, doktrin, eser, düşünceler,
bireyseldir. Bireysel faaliyetle
üretilirler. İdeoloji ise, bir düşünürün veya düşünür grubunun eseri değildir;
bir sınıfa ait değerler bütünüdür. İdeoloji, belirli bir düşünür tarafından
icat edilmez; doktrin ve tezden farklı olarak, ait olduğu sınıfla birlikte
tarih içinde oluşur, o sınıfın girdiği üretim ilişkileri temelinde filizlenir
ve serpilir. (s. 26-27)
Herhangi bir
aydın, belli bir zihinsel üretimde bulunduğu anda, belli bir ideolojiyle
bağlantısını da ortaya koyar.Belli bir ideolojik safa katılma, eserle
açıklanır.
İdeoloji,
sınıflara ait olduğu için, aydın da sınıflara aittir. Üstelik aydının konumu,
herhangi bir insandan daha yayılmacı, daha dayatmacı, daha etkilidir. Çünkü
bütün sınıflar, kendi değerlerini aydınları aracılığıyla yayar ve etkili
kılarlar. (s. 27).
Marx ve
Engels şunu söylemişlerdir: “Her çağın hakim fikirleri, o çağın hakim
sınıflarının fikirleridir”. Maddi üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan
sınıf, toplumdaki zihinsel, manevi üretim araçlarını da esas olarak denetler.
Toplumsal gerçek, ideoloji düzleminde, hakim sınıfın çıkarına göre, başaşağı
yansıtılır. Eski Yunan’da köleci hakim sınıfın filozofu Eflatun, Cumhuriyet
adlı eserinde, yöneticilere, topluma hükmetmek için “asil yalanlarını”
yaymalarını öğütlemişti. Bu “asil yalanları” üretmek, hakim sınıf aydınının
işlevidir. (s. 28).
Bağımsız ve Özerk Aydın
Ülkemizde
ilginç aydın manzaralarıyla karşılaşıyoruz. Bakıyoruz kim aydınlar hem Kemalist
hem sosyal demokrat. Kimileri ise hem demokrat hem sosyalist. Öte yandan hem
liberal hem muhafazakar, hem demokrat hem dinci olanlar var. Oysa aynı anda iki
koltukta oturulamaz. Demokratlık başka bir sınıfın (devrimci çağdaki burjuvazinin)
ideolojisidir. Sosyalizm başka bir sınıfın (işçi sınıfının).
Bu tür bir
ideolojik karmaşa, sıradan insan için olağandır; ancak aydın için aydın
niteliğini zedeleyen bir kimlik bunalımı anlamına gelir. İdeolojisi sisli
aydınların, ideolojisi yeterince oluşmamış, yeterince olgunlaşmamış demektir.
Ne var ki ideolojik konumu bulandırmak, burjuva aydının özelliği haline
gelmiştir. Düşün ve sanat alanındaki aydın, sermayeden daha bağımsız konumlarda
görünmeye çalışır (s. 29)
(…)
Burjuvazi,
dikkat edilirse, “bağımsız” ve “özerk” görünümlü aydınlara değer verir ve
onlara üretim fazlasından daha büyük paylar verir. Piyasanın değerlerini ve
hakim sınıfların hegemonyasını kaba saba avunan aydın ve santçılar, daima
ikinci-üçüncü sınıf aydın işlemi görürüler. Burjuva ideolojisini, muhalif
havalarda, daha üstü örtülü ve daha inceltilmiş bir estetikler yayan aydın ve
sanatçılar elüstünde tutulur, itibar ve ödüller onlar içindir.
Bulanık
mesaj, içerikten kopuk biçimsel atraksiyonlar, özel bir anlaşılmama gayreti,
içeriksizliğin süslenmesi; bütün bunlar, “bağımsız” aydın numarasıdır.
Kendilerini ideoloji üstü ve “bağımsız” ilan eden bütün aydınlar, bütün düşün
ve sanat adamları, aslında, ezen sınıfların aydınlarıdır. (s.31)
Döneklik ve Devşirme
Altanlardan
Cengiz Çandar’a kadar sistemin entel kadrosuna bakınız, bütünüyle döneklerden
oluşuyor. Bugün mafyalaşan acente sınıfı, ideolojik hegemonya görevlilerini bir
zamanların sosyalistlerinden devşirmiştir.(s. 31).
Bu olay 1990’ların
öncelerine kadar Türkiye’nin hakim sınıfı, mali sermayenin, sanayicinin ve
tüccarların iri kıyımlarından oluşuyordu. Artık ülkemiz yönetimi, uluslar arası
karapara krallarının, dünya tefecilerinin, uyuşturucu ve silah kaçakçılarının,
hortumcunun, dolar ve borsa vurguncusunun eline geçmiştir. Bunlar, üretimi
örgütlemiyor, üretileni yağmalıyor. Bu nedenle, yeni yönetici sınıfımız, dünya
mafyasının acentesi konumundadır (s. 32).
Mafyalaşan
sistemin devşirmeler dışında bir entel kadrosu bulunmuyor. Çünkü burjuva aydını,
vatana millete kurşun sıkma işini üstlenemiyor. Onun vatanla milletle kan bağı
vardır.
DEVŞİRME ise, devrimci ideolojiden, üretimden, o üretimi gerçekleştiren
emekçiden, üretimin coğrafyası olan vatandan, milletten koparılmıştır. DÖNEK
ise eskiden ağacın dalıydı; artık kırılmış bir daldır, bir sopadır, kimin
elindeyse o elin devamı olmuştur (s. 32). Burjuva aydını, küresel mafya
görevlerini yapamadığı için gözden düşmüştür, emekliye sevk edilmiştir. Dönek
ise, ipini satmış, dizgininden boşanmıştır; kuralsız mafyanın tam aradığı
personeldir.
Dönekler
içinde büyük burjuva ailelerden gelmeyenlerin önemli eksikleri, dünya
merkezlerinin hegemonyasını gizleyecek entelektüel ve bilimsel incelikten
yoksun olmalardır. Devşirildikleri için, köksüzdürler, büyük sermayenin tecrübe
birikimini almaya vakit bulamamışlardır.
Hele Bilimsel Sosyalizm’e o zapt edemedikleri kinleri yok mu.... (s. 34)
ÖRNEKLER
Dönekler çok önemli bir gerçeği ispatladılar. Bilimsel Sosyalizm’den dönen, vatandan da dönüyor. Bilimsel Sosyalizm’e düşmanlık, vatan ve millet düşmanlığına dönüşüyor. İşte örnekler:
Dönekler çok önemli bir gerçeği ispatladılar. Bilimsel Sosyalizm’den dönen, vatandan da dönüyor. Bilimsel Sosyalizm’e düşmanlık, vatan ve millet düşmanlığına dönüşüyor. İşte örnekler:
Ahmet Altan: “Vatan
nedir ki? Yemen de vatandı, vatan nihayetinde bir coğrafyadır. Ben vatanı bir
kiraz ağcına ve kadın memesine satarım” (CNNTürk, Ağustos 2000) [Akıl almaz bir
seviyesizlik, çirkinlik, fe]
Çetin Altan: “Türkler
kıçını sıkarak yaşayan mesleksizler…” (Sabah, 7.7.2000)
Murat Belge’nin
zor günler için çaresi: “Rodos’a kaçarım”. [Kaçsa da kurtulsak, fe]
Ertuğrul
Öztürk’ün abd-türkiye kuvvet ilişkileri konusundaki düzeyli değerlendirmesi: “Amerikalı
sarışının cinsel organı, esme ve kıllı
Türkün cinsel organının iki misli büyüklükteydi”. (Hürriyet, 1
Nisan 2001) [Bu ne çapsızlık, utanır insan milyonlara bunu söylemekten, fe]
[Yazmakla
bitmez bunlar, fe]
Bülent Uluer’in
Kurtuluş Savaşı analizi “Büyük Kurtulamayış savaşı… Kurtuluş diye başlayan
kurtulamamış bir savaş.. 2. İnönü diye bir savaş yok, 3 kişi ölmüş, ki biri
attan düşmüş…..” şeklinde zırvalarla gidiyor, fe.
Halil Bertay’ı
“uluslararası bilim adamı” düzlemine çıkaran, Türk vatanı konusundaki parlak
teorisi: Anadolu'ya Türkler 1915’te gelmiş, 1. Dünya savaşından sonra Türkler
burayı işgal ettmiştir” !!!!!!!!! (s.
36)
Bu kozmopolit entel kadrosuna tek tek bakınız;
hepsi kırk yaşından sonra dönek olmuştur. Kırk yaşından sonra kişilik
değiştirmişlerdir. (s. 37)
DEVŞİRMELİK,
yalnızca bir entellik durumu değil, bir örgütlülük durumudur. ABD ve Avrupa
merkezli kurumladan, süperNato’dan güdülürler. Bir ağızdan konuşur, bir ağızdan
yazarlar (s.38)
Devşirmeler,
bir atanmışlar kadrosudur. Paris’te, Miami’de, Ericanda, Şikago’da Ermeni
soykırımı sempozyumlarında, uluslar arası Kürt konferanslarında hep bunlar
vardır. Kurulmuş oyuncaklar gibi kendi ülkelerine, kendi milletlerine düşmanlık
yapmaları için kürsülere çıkartılırlar. Küreselleşen dünyada birinci görevleri;
vatanı, milleti, ülkeyi, bağımsızlığı, ulusal develti, Kemalist Devrimi,
Kurtuluş Şavaşı’nı, orduyu, Türkçeyi, sosyalizmi, ne kadar devrimi önder varsa
hepsini aşağılamaktır. (s. 38).
İşin bir de
parasal cephesi var. CIA güdümündeki vakıflar, AB fonları hep dönekleri
beslemektedir. Ertuğrul Kürkçü’nün “şerefiyesi” yalnız bir işte 650 bin avrodur
(2002 başında) !!!!!!
Başında
Oğuzhan Müftüoğlu’nun bulnduğu ÖDP’lerin TAV adlı vakfına “Kürt mülteciler
konulu insan hakları şebekesini kurmaları” için, AB’den 842 milyar lira
ödeniyor [Perinçek’in ÖDP’yi anlattığı kitabı muhakkak almalıyım, fe]
ABD’nin CIA
denetimindeki Human Rights Watch adlı vakıftan dolar alanların listesindeki
isimlerden bazıları: Oral Çalışlar, Ertuğrul Kürkçü, Şanar
Yurdatapan, Abdurrahman Dilipak, Ahmet Altan, Eşber Yağmurdereli, Haluk Gerger,
Ragıp Duran, Nadire Mater………”
KİTAPTAN ALINTILARIM BU KADAR. Okuduğunuz için teşekkür
ederim.
DAHA FAZLASI İÇİN BU KİTABI MUHAKKAK ALIN ve OKUYUN.
Sayfa sayısı 150.
Kitabın adı: AYDIN ve KÜLTÜR, yazan: Doğu Perinçek. İlk basım: 1996, ikinci basım: 2002
Okuduğum her kitapta Sn. Perinçek'in bilgi birikimine, analiz-sentez becerisine, çıkarımlarına ve ifade gücüne hayran kalıyorum.
Filiz, müthiş bir kamu hizmeti bu, teşekkürler, elimin erdiği her yere yaydım (az değildir hani!) :)))
YanıtlaSilSevgiler
Kemal
SAĞOOLLLL :)
YanıtlaSil