Sayfalar

27 Şubat 2013 Çarşamba

AYDIN

Bir süre sinema hakkında veya duygu izlenim yazmaya ara verip okuduğum çok değerli kitaplardan alıntılarla oluşturacağım yazıları paylaşacağım. Telif hakkı falan istemezler, ya da suçlu duruma düşmem umuyorum. Ne de olsa okuyanlarda  bir bilinç oluşturmaya çalışarak AYDIN görevimi yapmaya çalışıyorum.Kendi cümlelerim yok denecek kadar az ve onları da belirttim.
AYDIN kimdir? Kime aydın denir? İdeolojisi var mıdır yok mudur? Günümüz aydınları.... ve aydın'a ilişkin pek çok değerlendirmeyi, kitabın henüz ilk kırk sayfasında olmama rağmen paylaşmak istedim. Öğrenin istedim :)


İdeolojik İnsan: Aydın (s. 11-12)

Ülkemizde pek çok kişi, aydını, nesnel, bilimsel-sosyolojik bir kavram olarak değil; olumlu bir kavram, bir paye, bir değer yargısı olarak tanımlıyor. Böylece metafizik bir aydın kavramı çıkıyor ortaya. Oysa bilimin, kendine özgü, nesnellik iddiası olan araçları ve kavramları vardır. Bilim, fizik ötesi değildir, doğa ötesi değildir; değer yargılarıyla yapılmaz.

Sıradan insanın aydın kavramına  nesnelliğinin dışında olumlu anlam yüklemesi, biraz da bu kavramın sözcük kökeninden geliyor. Batı dillerinde zihin, idrak, ve zeka kökeninden türetilen "intellectual" sözcüğü Türkçemizde aydınlanmak eyleminden türetilmiştir.Aydın’dan önceki münevver sözcüğü de öyleydi; nurlu, aydınlatılmış, ışıklı anlamına geliyordu. Türkiye’deki Aydınlanma hareketinin yetersizliği, aydın sözcüğüne de damgasını vurdu; nesnelliğe ve bilimselliğe vurgulu bir sözcük değil de değer yargısı çağrıştıran bir sözcük olarak dilimize yerleşti. Artık bu sözcüğü değiştiremeyiz, dilimize yerleşti; bu kavramı bilimsel içeriğiyle tanımlama durumundayız.

Aydının Doğuşu

Aydın, üretim fazlasıyla birlikte doğmuştur. Eşitlikçi kabile toplumu, ürettiğinin hepsini tüketiyordu. Emeğin üretkenliğini artıran üretim teknolojilerinin gelişmesiyle, üretimde artış oldu. Tüketilmeyen bu fazlaya kabile aristokrasisi el koyarak hakim sınıfa dönüştü. Veya bazı kabileler diğerlerini yağmalayarak zenginlik elde ettiler. Üretim fazlası ve talanla elde edilen zenginlik, özel mülkiyetin, değişim değerinin, piyasanın, sınıfların, devletin, ordunun, ideolojinin, bilimin, sanatın, aydının, kısacası uygarlığın doğmasına yol açtı.

Üretimin fazlası, toplumun bir kesimi için, üretim çalışması dışında boş zaman anlamına geliyordu.

Kabile toplumunun eşitliği bozulunca, yeni hakim sınıf açısından eski eşit ve kandaş kabile üyelerine boyun eğdirme sorunu ortaya çıktı. Devlet ve ideoloji böyle doğdu. 

Hakim sınıf kendi silah tekelini kurdu, ezilenlerin yeni sınıflı topluma rıza göstermelerini sağladı. Devlet zorunu uygulayacak silahlı güç ve topluma eğmeyi ideolojik araçlarla dayatan AYDIN, birlikte doğdu.

Aydın, doğuşundan bu yana temel sınıflardan biri değil, fakat o temel sınıflardan birine manevi üretimde bulunarak hizmet sunandır. Aydın, ilk sınıflı toplumlarda din adamıydı. Çünkü o zamanın hakim ideolojisi, dindi. Süleyman, Davud, Musa, İsa, İbrahim, Muhammed ve yüz binlerce nebi veya resul, sınıflı toplumu ideolojik alanda düzene sokan ilk aydınlar ve politikacılardır.

Üretim fazlası ve boş zamanla ortaya çıkan aydın, artı ürünün içinden bir şerefiye alır. Bu şekilde üretime katılamadan beslenebilmesi; felsefe ve sanatın da koşullarını yaratmıştır. İnsanlık, derin ve sistemli düşünmeyi, üretim fazlasına, boş zamana ve sınıflaşmaya borçludur. Din, soyut düşüncenin başlangıcıdır; bu anlamda felsefenin ve bilimin de başlangıcıdır. Din aynı zamanda soyut düşüncenin prangasıdır. Dün ileri olan, daha sonra geriliğin eksenini oluşturmuştur. Diyalektik! (s. 15)

Sınıflı toplum, hem bilgin ve aydını işe koşarak gelişmektedir, hem de kendisini bilginin muhalefetine karşı korumaktadır. Üstelik, çıplak zorun egemen oluğu bu toplumlarda, muhalefetn bedeli ağırıdr. Bruno ve Galile gibi Batılı örnekler, Nesimi gibi Doğulu örnekler var. (s. 16).

Aydın Kavramının Yapıtaşları: İdeoloji ve İşlev

İşçi ve sermayedarın sınıfsal konumlarını belirleyen, üretim sürecindeki karşıt yerleridir. İşçi, ücret karşılığında işgücünü sermayedara kiralar. Sermayedar, kiralığı işgücünün ürettiği değerin bir kısmını içşiye ücret olarak verir, geri kalanına ise sahiplenir. İşte bu ödenmeyen emeğe, artıdeğer veya kar denir.

Aydınların durumu farklıdır. Aydın olmayı belirleyen nitelik, üretim sürecindeki konumdan gelmez; ideolojisi ve bilinçten kaynaklanır. Aydın insan, ideolojik insandır. (s. 17) Oysa işçi ve sermayedarın konumlarını, bu ilişkiyi nasıl yorumladıkları, bu ilişki hakkındaki bilinçleri, onların sınıfsal konumlarını belirlemez. Örneğin, işçinin ideolojik tavrı onun sınıfsal konumunu değiştirmez. İşgücünü satan emekçi, ideolojik yönden burjuva olabilir; diğer bir deyişle, kendi sınıfının değil, karşıt sınıfın bilinci taşıyabilir; patronu gibi liberal düşünebilir. Ancak o işçi, burjuvaca düşündüğü için burjuva olmaz.

Aydın ise, hangi ideolojinin hizmetinde ise, o ideolojiye sahip olan sınıfın aydınıdır. Aydın ideoloji değiştirerek, sınıfını da değiştirebilir. 1980’li yıllardan itibaren bunun çok örneğini gördük. Dönekler, elbise değiştirir gibi ideololojilerini değiştirerek, sınıflarını da değiştirdiler.

Aydın, sınıf bilinçlidir. Konumunu, ideolojisi belirler. Hemen belirtelim, bilinç ve ideolojiye olumlu içerikler yüklemiyoruz. Aydının bilincini ve ideolojisini, ezen sınıflar da belirleyebilir, ezilen sınıflar da. (s. 18)

Aydın, ideolojik bir safa girmenin ötesinde, bir işlev sahibidir. Aydın, bir sınıf adına düşünce ve sanat eseri üreterek, o sınıfın toplum üzerindeki ideolojik hegemonyasına veya siyasal yönelimine hizmet eder. (Gramsci, Aydınlar ve Toplumlar; aktaran Doğu Perinçek, Aydın ve Kültür, s. 19)

Aydın ile Kafa Emekçisi Farkı

Aydın ile kafa emekçisi hep karıştırılır. Üretim faaliyetine ağırlıklı olarak zihinsel emekle katkıda bulunanları, aydın diye tanımlayanlar olmuştur. Aydın, üretim sürecine kafa emeğini kiralayarak katılan kafa emekçisinden farklıdır (Gramsci, a.g.e). Bir doktor, bir mühendis, kafa emekçisidir, aydın değildir. Onlar, emeklerini patrona ücret veya aylık karşılığında kiralıyorlar. Aydın’ın kimliğini ise, kafa emeğini satması değil, ideolojik faaliyeti ve sınıf mücadelesindeki işlevi belirler (s.19). Aydın, hangi sınıfın manevi değerlerini üretirse ve hangi sınıfın siyasal mücadelesine önderlik ederse, o sınıfın üyesidir. Aydın, özete siyaset, bilim, düşün ve sanat faaliyetleriyle kendi sınıfını seçen insandır. (s. 21).

Aydın takımı, sınıfların öncü kesimleridir. Bu sınıfı bakımından, üretim ilişkileri zemininde var olur. Örneğin Engels fabrikatördü, ama burjuva sınıfından değildi, işçi sınıfının öncüleri arasında yer alıyordu. Lenin ve Mao da üretim sürecinde işçi olarak yer almadılar, bununla birlikte işçi sınıfının öncüsü konumundaydılar. Tersi de olabilir. Bugün Batı işbirlikçisi televizyonlarda ve gazetelerde çalışan yazar kadrolar, ücretle çalışıyor olsalar da işbirlikçi burjuvazinin aydın takımı içinde yer alırlar.(s. 23)

Bilinçli olmak aydın olmaya yetmez; aydın tanımı içine girebilmek için bilinç taşıyıcısı olmak gerekir. Aydına “ideolojik insan” dememizin nedeni budur. Yoksa her insanın zorunlu olarak ideolojisi vardır [İdeolojim yok denmesi trajikomiktir, fe]. (s. 24)
(…)
İrfan Erdoğan “bilincin mülkiyet ve egemenlik ilişkileri içinde otomatik kazanılacağı kanısındadır. Bu nedenle bilinç taşıyıcısı işlevini, yani öncü işlevini kabul etmiyor. Oysa, işçi, kendiliğinden bilinçli olmaz. Bilinçli olması için öncüsü (aydınları) olması gerekir. Öncüler yoksa, yüzlerce yıl aynı mülkiyet ilişkileri içinde yaşasa, bilinçli işçi haline gelmeyecektir. (s. 25).
(…)

İDEOLOJİ NEDİR?

Hatırlatmak gerekirse, aydın, toplumun sınıflara bölünmesiyle ortaya çıktı. Herhangi bir aydın için, ezenlerin ya da ezilenlerin aydını olmak dışında üçüncü bir seçenek yoktur. Düşün ve sanat yaratııcıları yeni bir ideolojisi yaratamazlar. Yeni bir üretim tarzı, yeni bir sınıf yaratamazlar.
İdeoloji; tez, doktrin, siyaset ile sürekli karıştırılır. Tez, doktrin, eser, düşünceler, bireyseldir.  Bireysel faaliyetle üretilirler. İdeoloji ise, bir düşünürün veya düşünür grubunun eseri değildir; bir sınıfa ait değerler bütünüdür. İdeoloji, belirli bir düşünür tarafından icat edilmez; doktrin ve tezden farklı olarak, ait olduğu sınıfla birlikte tarih içinde oluşur, o sınıfın girdiği üretim ilişkileri temelinde filizlenir ve serpilir. (s. 26-27)

Herhangi bir aydın, belli bir zihinsel üretimde bulunduğu anda, belli bir ideolojiyle bağlantısını da ortaya koyar.Belli bir ideolojik safa katılma, eserle açıklanır.

İdeoloji, sınıflara ait olduğu için, aydın da sınıflara aittir. Üstelik aydının konumu, herhangi bir insandan daha yayılmacı, daha dayatmacı, daha etkilidir. Çünkü bütün sınıflar, kendi değerlerini aydınları aracılığıyla yayar ve etkili kılarlar. (s. 27).

Marx ve Engels şunu söylemişlerdir: “Her çağın hakim fikirleri, o çağın hakim sınıflarının fikirleridir”. Maddi üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan sınıf, toplumdaki zihinsel, manevi üretim araçlarını da esas olarak denetler. Toplumsal gerçek, ideoloji düzleminde, hakim sınıfın çıkarına göre, başaşağı yansıtılır. Eski Yunan’da köleci hakim sınıfın filozofu Eflatun, Cumhuriyet adlı eserinde, yöneticilere, topluma hükmetmek için “asil yalanlarını” yaymalarını öğütlemişti. Bu “asil yalanları” üretmek, hakim sınıf aydınının işlevidir. (s. 28).


Bağımsız ve Özerk Aydın

Ülkemizde ilginç aydın manzaralarıyla karşılaşıyoruz. Bakıyoruz kim aydınlar hem Kemalist hem sosyal demokrat. Kimileri ise hem demokrat hem sosyalist. Öte yandan hem liberal hem muhafazakar, hem demokrat hem dinci olanlar var. Oysa aynı anda iki koltukta oturulamaz. Demokratlık başka bir sınıfın (devrimci çağdaki burjuvazinin) ideolojisidir. Sosyalizm başka bir sınıfın (işçi sınıfının).

Bu tür bir ideolojik karmaşa, sıradan insan için olağandır; ancak aydın için aydın niteliğini zedeleyen bir kimlik bunalımı anlamına gelir. İdeolojisi sisli aydınların, ideolojisi yeterince oluşmamış, yeterince olgunlaşmamış demektir. Ne var ki ideolojik konumu bulandırmak, burjuva aydının özelliği haline gelmiştir. Düşün ve sanat alanındaki aydın, sermayeden daha bağımsız konumlarda görünmeye çalışır (s. 29)

(…)

Burjuvazi, dikkat edilirse, “bağımsız” ve “özerk” görünümlü aydınlara değer verir ve onlara üretim fazlasından daha büyük paylar verir. Piyasanın değerlerini ve hakim sınıfların hegemonyasını kaba saba avunan aydın ve santçılar, daima ikinci-üçüncü sınıf aydın işlemi görürüler. Burjuva ideolojisini, muhalif havalarda, daha üstü örtülü ve daha inceltilmiş bir estetikler yayan aydın ve sanatçılar elüstünde tutulur, itibar ve ödüller onlar içindir.

Bulanık mesaj, içerikten kopuk biçimsel atraksiyonlar, özel bir anlaşılmama gayreti, içeriksizliğin süslenmesi; bütün bunlar, “bağımsız” aydın numarasıdır. Kendilerini ideoloji üstü ve “bağımsız” ilan eden bütün aydınlar, bütün düşün ve sanat adamları, aslında, ezen sınıfların  aydınlarıdır. (s.31)

Döneklik ve Devşirme

Altanlardan Cengiz Çandar’a kadar sistemin entel kadrosuna bakınız, bütünüyle döneklerden oluşuyor. Bugün mafyalaşan acente sınıfı, ideolojik hegemonya görevlilerini bir zamanların sosyalistlerinden devşirmiştir.(s. 31).

Bu olay 1990’ların öncelerine kadar Türkiye’nin hakim sınıfı, mali sermayenin, sanayicinin ve tüccarların iri kıyımlarından oluşuyordu. Artık ülkemiz yönetimi, uluslar arası karapara krallarının, dünya tefecilerinin, uyuşturucu ve silah kaçakçılarının, hortumcunun, dolar ve borsa vurguncusunun eline geçmiştir. Bunlar, üretimi örgütlemiyor, üretileni yağmalıyor. Bu nedenle, yeni yönetici sınıfımız, dünya mafyasının acentesi konumundadır (s. 32).

Mafyalaşan sistemin devşirmeler dışında bir entel kadrosu bulunmuyor. Çünkü burjuva aydını, vatana millete kurşun sıkma işini üstlenemiyor. Onun vatanla milletle kan bağı vardır. 

DEVŞİRME ise, devrimci ideolojiden, üretimden, o üretimi gerçekleştiren emekçiden, üretimin coğrafyası olan vatandan, milletten koparılmıştır. DÖNEK ise eskiden ağacın dalıydı; artık kırılmış bir daldır, bir sopadır, kimin elindeyse o elin devamı olmuştur (s. 32). Burjuva aydını, küresel mafya görevlerini yapamadığı için gözden düşmüştür, emekliye sevk edilmiştir. Dönek ise, ipini satmış, dizgininden boşanmıştır; kuralsız mafyanın tam aradığı personeldir.
Dönekler içinde büyük burjuva ailelerden gelmeyenlerin önemli eksikleri, dünya merkezlerinin hegemonyasını gizleyecek entelektüel ve bilimsel incelikten yoksun olmalardır. Devşirildikleri için, köksüzdürler, büyük sermayenin tecrübe birikimini almaya vakit bulamamışlardır.  Hele Bilimsel Sosyalizm’e o zapt edemedikleri kinleri yok mu.... (s. 34)

ÖRNEKLER

Dönekler çok önemli bir gerçeği ispatladılar. Bilimsel Sosyalizm’den dönen, vatandan da dönüyor. Bilimsel Sosyalizm’e düşmanlık, vatan ve millet düşmanlığına dönüşüyor. İşte örnekler:
Ahmet Altan: “Vatan nedir ki? Yemen de vatandı, vatan nihayetinde bir coğrafyadır. Ben vatanı bir kiraz ağcına ve kadın memesine satarım” (CNNTürk, Ağustos 2000) [Akıl almaz bir seviyesizlik, çirkinlik, fe]

Çetin Altan: “Türkler kıçını sıkarak yaşayan mesleksizler…” (Sabah, 7.7.2000)
Murat Belge’nin zor günler için çaresi: “Rodos’a kaçarım”. [Kaçsa da kurtulsak, fe]

Ertuğrul Öztürk’ün abd-türkiye kuvvet ilişkileri konusundaki düzeyli değerlendirmesi: “Amerikalı sarışının cinsel  organı, esme ve kıllı Türkün cinsel organının iki misli büyüklükteydi”. (Hürriyet, 1 Nisan 2001)  [Bu ne çapsızlık, utanır insan milyonlara bunu söylemekten, fe] 

[Yazmakla bitmez bunlar, fe]

Bülent Uluer’in Kurtuluş Savaşı analizi “Büyük Kurtulamayış savaşı… Kurtuluş diye başlayan kurtulamamış bir savaş.. 2. İnönü diye bir savaş yok, 3 kişi ölmüş, ki biri attan düşmüş…..” şeklinde zırvalarla gidiyor, fe.

Halil Bertay’ı “uluslararası bilim adamı” düzlemine çıkaran, Türk vatanı konusundaki parlak teorisi: Anadolu'ya Türkler 1915’te gelmiş, 1. Dünya savaşından sonra Türkler burayı işgal ettmiştir” !!!!!!!!!  (s. 36)

Bu  kozmopolit entel kadrosuna tek tek bakınız; hepsi kırk yaşından sonra dönek olmuştur. Kırk yaşından sonra kişilik değiştirmişlerdir. (s. 37)

DEVŞİRMELİK, yalnızca bir entellik durumu değil, bir örgütlülük durumudur. ABD ve Avrupa merkezli kurumladan, süperNato’dan güdülürler. Bir ağızdan konuşur, bir ağızdan yazarlar (s.38)

Devşirmeler, bir atanmışlar kadrosudur. Paris’te, Miami’de, Ericanda, Şikago’da Ermeni soykırımı sempozyumlarında, uluslar arası Kürt konferanslarında hep bunlar vardır. Kurulmuş oyuncaklar gibi kendi ülkelerine, kendi milletlerine düşmanlık yapmaları için kürsülere çıkartılırlar. Küreselleşen dünyada birinci görevleri; vatanı, milleti, ülkeyi, bağımsızlığı, ulusal develti, Kemalist Devrimi, Kurtuluş Şavaşı’nı, orduyu, Türkçeyi, sosyalizmi, ne kadar devrimi önder varsa hepsini aşağılamaktır. (s. 38).

İşin bir de parasal cephesi var. CIA güdümündeki vakıflar, AB fonları hep dönekleri beslemektedir. Ertuğrul Kürkçü’nün “şerefiyesi” yalnız bir işte 650 bin avrodur (2002 başında) !!!!!!

Başında Oğuzhan Müftüoğlu’nun bulnduğu ÖDP’lerin TAV adlı vakfına “Kürt mülteciler konulu insan hakları şebekesini kurmaları” için, AB’den 842 milyar lira ödeniyor [Perinçek’in ÖDP’yi anlattığı kitabı muhakkak almalıyım, fe]

ABD’nin CIA denetimindeki Human Rights Watch adlı vakıftan dolar alanların listesindeki isimlerden bazıları: Oral Çalışlar, Ertuğrul Kürkçü, Şanar Yurdatapan, Abdurrahman Dilipak, Ahmet Altan, Eşber Yağmurdereli, Haluk Gerger, Ragıp Duran, Nadire Mater………”




KİTAPTAN ALINTILARIM BU KADAR. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
DAHA FAZLASI İÇİN BU KİTABI MUHAKKAK ALIN ve OKUYUN. Sayfa sayısı 150.                

 Kitabın adı: AYDIN ve KÜLTÜR, yazan: Doğu Perinçek. İlk basım: 1996, ikinci basım: 2002

Okuduğum her kitapta Sn. Perinçek'in bilgi birikimine, analiz-sentez becerisine, çıkarımlarına ve ifade gücüne hayran kalıyorum.