Sayfalar

25 Mart 2013 Pazartesi

Mafyokrasi



Emperyalist kapitalist sistem, mafyalaşmış bulunuyor. Bugün sistemin hakim sınıfı, kapitalizmin yükseliş dönemindeki gibi, sanayi ve ticaret burjuvazisi değildir; emperyalizm döneminin mali sermayesi ise büyük ölçüde mafyaya dönüşmüştür. Sistem üretimden kopmuş ve sanallaşmıştır. Lenin’in kapitalizmin son aşaması dediği emperyalizmin üretimle ve insanla çelişmesi, bir çözüm noktasına ilerlemektedir. Mafyalaşma, kapitalizmin son aşaması olan emperyalizmin son aşamasıdır. (s.11).

(…)
Kapitalizm, az gelişmiş ülkelerde güçlü devlet istemez. Sistemin merkezini oluşturan ABD, faşist denecek derecede ulusaldır. Fakat aynı ABD, sistemin çevresindeki ülkelerin ulusal politika izlemelerine karşıdır (Erol Manisalı, Kapitalizmin Temel İçgüdüsü). ABD’nin bağnaz ve saldırgan ulusallığı, çevre ülkelerinin savunma konumundaki ulusallığını ezmektedir. (s.15).

20. yüzyılın başlarında Lenin ve Mustafa Kemal, dünyanın iki kampa ayrıldığını saptamışlardır: ezen ve ezilen ülkeler…

Dünya ölçeğinde “serbest piyasa” denen mekanizma, aslında tekellerin dikatatörlüğünü örten bir perdedir (Erol Manisalı).

Esasen, rekabet sistemi önce kapitalizmin merkezlerinde çökmüş ve tekeller oluşmuştur. Bu tekeller, rekabet düzenini bütün dünyada tasfiye etmişlerdir. Emperyalist ülkelerdeki devlet müdahalesi, rekabeti sağlamak için değil, fakat tekellerin birbirlerini büsbütün ortadan kaldırmalarını önlemek içindir (…) Emperyalist sistem, bu nedenle İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında “tekelci devlet kapitalizmi” olarak adlandırılmıştır (s. 17).
(…)

Emperyalizm çağıyla birlikte azami sömürüyü sağlayan esas etken, silahlı güçtür.
(…)

Ulusalcılık,  emperyalizmin merkezlerinde faşizme götürür, faşistçedir. Ezilen Dünya’da ise ulusalcılık, dün Kemalizm çizgisinde, bugün örneğin Malezya’daki, Huga Chavez’in Venezuella’daki veya Lula’nın Brezilya’daki uygulamalarda olduğu gibi anti-emperyalizmdir, anti-faşizmdir (Erol Manisalı).
(…)

Demokrasiyi, rekabet çağındaki kapitalizm getirmişti. Çünkü gençlik çağındaki kapitalizm, köylüyü feodal bağlardan kurtarmıştı ve feodal devletlerle birlikte Ortaçağ ilişki ve kurumlarını tasfiye etmişti. Ancak kapitalizm, emperyalizm çağında, Ezilen Dünya’daki her türlü gericilikle ittifak ederek, demokrasi karşıtlığına dönüşürken, yalnız denetlediği ülkelerde değil, kendi içinde de demokrasinin kazanımlarını yok etti ve demokrasiyi içi havayla dolu bir renkli balona çevirdi. Bu rejim artık demokrasi değil, fakat mafyokrasidir. (s. 22).
(…)

Vahşi kapitalizm, kapitalizmin belli tarihsel evresidir. Vahi kapitalizm, işgücünün maliyetini düşüren kıyasıya rekabet düzendir. (s. 23). Vahşi kapitalizm, ağır sömürü koşullarını ifade etmekle birlikte, köylüyü feodal beye bağımlılıktan kurtardığı ve kaynakları kara göre paylaştırdığı için, bir ilerleme dönemdir. Bugünkü emperyalist sistem ise, kapitalizmin verimlilik mantığının çökmesiyle birlikte gaddarlaşmaktadır. Vahşi kapitalizm, kapitakizmin yükseliş dönemimin sistemidir. Bugünkü emperyalist sömürü ve zulüm ise, kapitalizmin çürüme ve çökem döneminin sistemidir. Vahşi kapitalizmin hakim sınıfı, sanayi burjuvazisidir. Bugünkü sistemin hakim sınıfı ise, artık dünya ölçeğinde mafyalaşmış olan mali sermayedir. (s. 23).

Emperyalist sisten, emperyalist devletler arasındaki hegemonya çatışmasından başka bir şey değildir (s. 28).

Emperyalizmin azami eğilimi, hedef ülkeyi devletsiz bırakmak, yani sömürgeleştirmektir.(…)


MİLLİ – GAYRİ MİLLİ AYRIŞMASI

Türkiye’de sermaye 2000’li yıllarda, çok uluslu şirketlerinden yana olanlar ile bu denetime karşı çıkanlar olmak üzere ikiye ayrıldığı görülebilr ve bu kesimler miili ve garyrimilli olarak adlandırılır.
Türkiye’de, Ezilen Dünya için model oluşturan milli demokratik devrimi sayesinde, oldukça köklü ve geniş bir miili sermaye sınıfı oluştu. Ancak 1940’lardan başlayarak yeni bir acente kesimi boy vermeye başladı. Bu gayrimilli kesimin 1980’lerin 12 Eylül rejiminde ve Özal döneminde, 1996 Gümrük Birliği’nden sonra ve en son 2000’lerde yeni ataklar yaparak büyüdüğü görülüyor. (s. 39).

Siyasetçi ve bürokratlarla birlikte Türkiye’ye karşı “sessiz darbeyi” yürütenler bunlardır. Erol Manisalı’nın kitapları, gayrimilli sermayenin, büyük çapta tefecilikle, kirli para trafiğinden be yasa dışı yollarla büyük kaynakları ele geçirdiği anlatmaktadır. Bu kesimi, sanayi ve ticaret sermeysinden ayırmak için kısaca MAFYA diye adlandırmak kanımızca yerinde olur (s. 40).

“SİVİL” DARBE MODELİ

Yine Manisalı’ya göre, gayrimilli sermaye, ABD’nin Türkiye gibi ülkelerde gerçekleştirdiği “sivil darbe”lerde kullandığı kaynaktır. Çin ve İran gibi işbirlikçi çıkar çevreleriyle deneyim altına alınamamış ülkelerde, “sivil darbe” için uygun zemin bulunmamaktadır.  “Sivil darbe”, ekonomik kültürel, toplumsal ve siyasal araçlar kullanılarak gerçekleştiriliyor.

Ekonomik düzlemde, tarım ve sanayi çeşitli uluslar arası müdahele ve operasyonlrla çökertiliyor ve denetim altına alınıyor. Halk, tüketici sürüsü haline getiriliyor.

Kültürel düzlemde, milli kimlik ve milli kültür yıkıma uğratılıyor; toplum, amerikan yaşam bçimi ve tüketim kalıplarıyla köleleştirilyor; özel okullar, vakıf üniversiteleri, yabancı dille eğitim yoluyla ameriakn değerlerine bağlı, yabancı hayranı bir gençlik yetiştiriliyor.

Toplumsal düzlemde, işsiz bırakılan ve sefalete itilen kitleler, zavallılaştırılıyor; “sivil toplum kuruluşları” denen işbirlikçi örgütler ve sendikalar aracılığıyla emperyalist amaçların güdümüne sokuluyor. Manisalı, Batı güdümlü medyanın sivil darbelerdeki rolü üzerinde özellikle duruyor (s. 41).

Siyasal düzlemde, süreç, sistemin uzantısı haline dönüştürülen siyasal elitler ve kurumlar aracılığıyla yürütülüyor.

Sürecin barışçı yoldan sonuca varma olasılığı bulunmuyor. Milli devletler silahla kurulmuşlardır ve ancak silahla tasfiye edilebilirler. Bütün “sivil darbeler” ülkenin direnme olanaklarını çökertmek amacaıylayürütülür ve son kertede silahlı darbelerin en az kayıpla başarılması içindir (s. 41).


ABD’NİN “BİNYILIN MEYDAN OKUMASI” TATBİKATI

ABD, 24 Temmuz 2002 günü, Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde, ABD tarihinin en büyük asleri tatbikatını başlattı. Nevada çöllerinde, 22 gün süren bu tatbikatta Türkiye’yi işgal provası yapıldı. Tatbikat “Millenium Challenge 2002” gibi çok iddialı bir isim taşıyordu.  
(…)

Türkiye gibi silahla kurulmuş bir milli devlet, sırf  “sivil darbe”lerle, yalnızca barışçı yoldan teslim alınamaz. Yugoslavya ve Irak gibi, Türkiye’ye göre direnme güçleri çok daha yetersiz olan ülkeler bile, ABD’ye karşı silahla direnmişlerdir.  Türkiye çok yakında sivil darbe sürecini geri çevirecektir  (s.42)  [Kitap 2004’de yazılmış… Bugün 2013…Bu satırlarda yazılan olmasın diye, Türk Ordusu Ergenekon tertibiyle yok edilmeye çalışılmış, büyük ölçüde de başarıya ulaşılmıştır..  fe ] 

Bize göre, milli devletleri barışçı yoldan yıkma modeli bulunmuyor. Sivil darbe, askeri müdahalenin hazırlık aşamasıdır….. (s .44).

TÜRKİYE’DE MAFYA EKONOMİSİ 

Bugün Türkiye’de zenginlikler, esas olarak sanayi ve ticaret karıyla oluşturulmuyor, yasa dışı yollardan elde ediliyor. Verimli işletme kuran, icatlar yapan, teknolojiyi geliştiren, işletmesini iyi örgütleyen bir girişimcinin piyasadaki hırsızlarla ve yağmacılarla rekabet etme olanağı yoktur. Sermayesini şiddet ve dolandırıcılık gibi yöntemler kullanarak çok düşük maliyetlerle büyüten mafya ile hiçkimse verimli işletme kurarak rekabet edemez.... (s. 47)

Mafya-Gladyo’nun Derin Devleti: SüperNATO 

Türkiye’de iktidarın kilit mevkileri, 1980’lerden başlayarak uyuşturucu, silah ve nükleer madde kaçakçılarının, kara para bankerlerinin eline geçmiştir. Sistemi artık, üretimi yöneten kesimler değil, uyuşturucu kaçakçısı, kara para erbabı, hortumcu, dolar vurguncusu gibi üretimi yağmalayan kesimler yönetmektedir.  Buna bağlı olarak hakim sınıfların siyasal partileri ve kadroları da mafyalaşmaktadır. Türkiye’nin son dönem yöneticilerine bakınız, karşınızda mafyanın çehresi belirecektir. Emperyalizmin EZİLEN DÜNYA’da yarattığı tipik hükümet modeli budur zaten. (s. 47)

NATO ülkelerinin derin devlet (SüperNATO), mafyanın derin devletinden başka bir şey değildir.
ABD, SüperNATO örgütlenmesi sayesinde Türkiye devletinin kilit mevkilerine yuvalanmıştır.
Türkiye, ABD güdümlü mafya-gladyo-tarikat ortaklığının diktatörlüğünün altına düşmüştür. Bir karşıdevrimdir bu. Temelleri Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle atılmıştır.  ABD ve NATO reçetelerine göre, yer altı örgütlerinin kurulmaya başlanması o yıllara kadar uzanır. Bu örgütler, cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı, haraç, gasp, tehdit dahil her tür terör eylemine girmişlerdir. Develtin yer altı kuruluşları, daha 1960’lı yıllarda Komünizmle Mücadele dernerklerinden başlayarak çeşitli yan örgütleri kullanmışlardır. MHP ve Ülkü Ocakları’nın yer altı örgütlenmeleri, o dönemde, denebilir ki, NATO modeline uygun olarak, devletin yer altı terörünün yan kuruluşları işlevini yerine getirdiler. Türk İntikam Tugayı, Esir Türkler Kurtuluş Ordusu, İslami Hareket, Hizbullah, İBDA/C, gibi örgütler yine aynı görevi üstlendiler. CIA’nın uyuşturucu ağına yakalanmış bazı “sol” maskeli örgütler de, ABD bağlantılı terörün taşeronluğunu yaptılar. (s. 49).

Yargının Çöküşü 

Ekonomideki mafyalaşmanın sonucu, kapitalizmin hukuk sistemi çökmektedir. Yargı işlemez hale getirilmiştir.

Cumhuriyemizin en fakir olduğu kuruluş yıllardında, devlet bütçesi içinde yargıya ayrılan pay yüze 3,75 idi.  Bugün, bu yüzde 0,8’dir....    (s. 50) [kitap 2004’de yazılmış, fe]


DEMOKRASİNİN MAFYAYA DÖNÜŞMESİ 

.....Örneğin ABD başkanının artık doğrudan doğruya ABD mafyası tayin etmektedir. Seçimler, özgürlükler, meclisler, sivil toplumları harıl harıl çalışıyorlar. Ancak bütün bu kurumlar yaptıkları işe bakarsanız, ABD mafyasının kararlarını hayata geçiren mekanizmaların ve törenlerin toplamı haline gelmiştir. (s. 51)

ABD seçimlerine bakınız; koşoşturan, haykıran kalabalıklar, nutuklar, karnavallar , naylaon bayraklar, balonlar, kurulan sandıklar, hummalı bir faaliyet , hepsi, mafyanın tayin etmiş olduğu başkanı sandıktan çıkarmak içindir. Dünya tarihinde bu kadar düzmece, bu kadar masraflı ve kitleleri bu kadar budalalaştıran  bir sistem görülmemiştir. ABD’de böyle… Avrupa’da ya da bizde farklı mı?

SüperNATO ile dayatılan bu rejimin, “demokrasi” ile içerik olarak en küçük bir benzerliği yoktur.  (s. 52).


SİSTEM KENDİ HALKINI İMAL EDİYOR 

Devrimci Cumhuriyetimiz, devrimci bir halk yaratıyordu.  Canlı, kendine güvenen, çalışkan, önce toplumunun yararını düşünen, vatansever, dürüst, geleceğe güvenle bakan..
1950’lerde kurulmaya başlanan “Küçük Amerika sistemi” de Cumhuriyet’in milli devrimci kültürünü yakıp yıkarak kendi halkını imal etmiştir. “Küçük Amerika” stratejisi, Türk milletini tasfiye etmekte ve Küçük Amerika’nın başı eğik, şaşkın, kuru kalabalığını imal etmektedir.(…)

Seçmenin önemli bir kesimi, bugün özgür düşünen yurttaş değil, cemaatlerin, tarikatların üyesidir. Asıl büyük kesim ise, Cumhuriyet’in yıkıntıları arasında sağa sola koşuşmakta, küreselleşmenin ayakları altında kalmamak için sistemin mağaralarına sığınmaktadır. (…) (s.52)

İnsanlık tarihinin gördüğü en dar çıkarları temsil eden, en terörcü, en yalancı, en düzenbaz, en insanlık düşmanı rejim budur. Bu gerçek, sistemin kumandasındaki kitle iletişim mekanizması aracılığıyla perdelenmekte ve bütün insanlık bir budalalar toplumuna düşürülmektedir. (s. 54)


SANDIĞA KAPATILAN "DEMOKRASİ” 

(…) İnsan, demokrasiyle ağanın marabası olmaktan, beyin yandaşı olmaktan, şeyhin müridi olmaktan kurtulur. … Demokrasi, feodal sistemi yıkan içeriğiyle devrimci bir rejimdir; bütün dünyada devrimlerle kurulmuştur ve ancak devrimle kurulabilir. Devrilen tahtlar,  yerlerde yuvarlanan taçlar ve yıkılan şatolar, demokrasinin kuruluşunu müjdeler. En önemli örnekleri, kapitalizmin öncüsü olan ülkelerde. Cromwell’in İngiliz Devrimi, Robespierre’in Fransız Devrimi, Washington’un Amerikan Devrimi’dir. Ezilen Dünya’daki örnekleri ise, Çin’de Sun Yatsen Devrimi,  Türkiye’de Mustafa Kemal Devrimi, Latin Amerika’daki Bolivarcı devrimlerdir.
Gelelim çağımızdaki büyük sahtekarlığa… Bir zamanlar köylüyü arkasına alarak kralları ve beyleri deviren burjuvazi, emperyalist karakter kazanınca, dünyanın her yerinde gericiliğin merkezi ve temel dayanağı olmuştur. (s. 54)

20. yüzyıl, bir yönüyle emperyalizm ile Ezilen Dünya’daki ve şeyhliğin ittifakının tarihidir. Böylece, kralları, ağaları yıkan gerçek demokrasiden, her türden gericiliğe yaslanan sahte demokrasiye geçilmiştir. Demokrasinin devrimci içeriği boşaltılmış, demokrasi seçim sandığına indirgenmiştir. Mafyanın “demokrasi”si sandıktan ibarettir ve sandık da mafyanın kontrolundadır.  (s. 55) [!!!!!! NEFİS, fe]

(…) emperyalizmin merkezlerinde imal edilmiş hayat modeli içinde budalalaştırılmış kalabalıkların önüne sandığı koyarsanız, o sandıktan hep tevekkül ve budalalık çıkacaktır. [!!!! NEFİS. Sn. Perinçek’in nasıl sevmeyeyim, muhteşem çıkarımlar muhteşem ifadelerle anlatılıyor]
İşte bugün “demokrasi” denen sistemin çıkmazı da buradadır. Çünkü bu “muhafazakar demokrasi”,insanı özgürleştirmiyor, tam tersine,  insanı sersemleştiriyor ve köleleştiriyor.  (s. 55).

(…) Biz, 1920’lerde levanten monşer takımını temizleyerek, tekke ve zaviyeleri kapatarak, Cumhuriyet’in devrimci eğitimiyle özgür yurttaşı yaratmaya çalıştık. 
[Bazı kısımlarını bizzat Atatürk’ün yazdığı, 1931-1941 arasında liselerde okutulan 4 ciltlik TARİH kitabı– bugüne baktığımıza akıl almaz derecede – devrimci, bilimsel, yaradılışı reddeden, muhteşem bir kitap serisi; Kemalist Devrim’in Tarih Tezi… Ayrıca ve MEDENİ BİLGİLER kitabı … 40’lardan itibaren ABD güdümüne girerek her şeyimizi onun istediği biçimde yaptık. Eğitim-Öğretimi de...fe]

(…)

Bugün Türkiye’de demokrasi, ancak ve ancak tıpkı Atatürk’ün önderliğinde yaptığımız gibi, devrimci-halkçılıkla kurulabilir. Buna isterseniz devrimci-halkçı diktatörlük deyiniz, teorik açıdan hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü, bugün halkçı olabilmek için, halka vurulan zincirleri devrimci-halkçı bir diktayla kırmak zorundasınız. Halkı özgürleştirmek için, mafyayı ve Orta Çağ kurumlarını toplumdan temizlemek zorundasınız. Demokrasiyi kurmak istiyorsanız, yine o emperyalist düşmanı denize dökmek, yine o komprador sülükleri vücudumuzdan koparıp atmak, yine o tekke ve zaviyeleri kapatmak, insanımızı yine o tarikatların pençesinden kurtarmak, yine milletimizi üfürükçünün, muskacının elinden çekip almak zorundasınız. Bugün Türkiye’de hortumcusunu, dolar ve borsa vurguncusunu, büyük tefecisini tasfiye etmeden, emokrasi falan olmaz.

Bu işlerin hiçbirini sandıktan çıkaramazsınız. Çünkü sandığın içine, son altmış yıl içinde ABD tarafından doldurulmuş olan mafya ve tarikat ilişkilerinden başka bir şey bulunmamaktadır. (s. 56).

“Muhafazakar demokrasi”, Türkiye’deki ABD güdümlü mafya-gladyo-tarikat rejiminin kibar adıdır. Türk halkı, ancak o mafya-tarikat rejimini yıkarak demokrasiyi kurabilir. (s.57).
Lenin’in “çürüyen ve geberen kapitalizm” tahlili, bugün 90 yıl öncesine göre daha geçerlidir. Kapitalizm, artık hayatı değil, ölümü temsil etmektedir; zehirle ve silahla yaşamaktadır. Dahası, bireysel kar ekonomisi doğayı yıkıma uğratmaktadır. İnsanlık bu sistemde üzerinde yaşadığı gezegeni kaybetmektedir. (s. 58)

Bundan sonraki 50 sayfadan, cümleler, paragraflar arasında bağlantıyı çok da koparmamak için fazla uğraşmadan, sadece bu her cümlesi önemli kitaptan sadece en en en önemli bulduğum cümleleri ya da paragrafları alacağım hızlıca. Beşinci bölüm’de ise daha ayrıntılı durmak gerek, bölümün başlığı: Mafyokrasinin kaosu denetleme araçları: Vatansızlaştırma ve Anarşizm.

Sf. 58-59
(…)

Emperyalizmin çöküşü, aynı zamanda 500 yıllık Batı uygarlığının çöküşüdür. Asya uygarlığı yükselmektedir. Atlantik’in çöküşü ve Avrasya’nın yükselişi, kapitalist sistemin önderinin değişmesi gibi sistem içinde bir değişiklik olmayacak. Yeni bir uygarlığa, yeni bir toplumsal sisteme geçiş olacak.

(…) Yeni uygarlık, milli demokratik devrimlerin tamamlanması yoluyla sosyalizme geçiştir. Öncelikle 20. Yüzyılda kapitalizmin çevresinde kalmış halklar, milli demokratik devrimlerini tamamlayarak sosyalizme yöneleceklerdir.

(…) 20. Yüzyılın başlarında girdiğimiz “Emperyalizm, Milli Kurtuluş savaşları ve Emekçi Devrimleri Çağı” devam etmektedir…
Irak’ın şimdiden insanlık tarihine geçen büyük direnişi…


Sosyal demokrasi, 20. yüzyılın başlarından beri Batı kapitalizminin sol kanadını temsil etmektedir. Ezilen Milletler dünyasına yabancıdı ve hatta Ezilen Dünya’nın sömürülmesine ortal olan bir kesimdir. Sosyal demokrat akım, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Batı sermayesiyle işbirliği yapan gayrimilli sermayenin sol kanadını temsil etmektedir. (s.60)


Arkamızda kalan dönemde, Türkiye’de Kemalist Devrim tasfiye edilmiştir. Bu nedenle, korunacak değil, kazanılacak bir Cumhuriyetimiz var. Türkiye karşılaştığı tehditleri statükoyu koruyarak değil, kendini yenileyerek ve yarım kalan ve kaybettiği Kemalist Devrimi’ni yendien canlandırarak ve tamamlayarak göğüsleyebilir. Milli devleti ve Cumhuriyet’i savunmak bu açıdan bir devrim meselesi haline gelmiştir. (s. 61 - 62)

Türkiye, çıkış yolunu Atatürk’ün önderliğindeki 1920 Devrimi’nde olduğu gibi, yine devrimle açacaktır. Milletin gerçek iradesini hakim kılmak için, mafya-tarikat sisteminin bertaraf edilmesi şarttır.(…),,

s. 68
Emperyalizm, milli devletin karşısındadır ve milli devlete karşı mikro-etnik gruplar, tarikatlar ve cemaatler dahil, her tür millet öncesi etkenle birleşmektedir.(…)

s. 77 - 78
Milli devletlerin, hele Türkiye Cumhuriyeti devletinin sırf siyasal, ekonomik ve toplumsal operasyonlar yoluyla, silah kullanılmadan tasfiyesi mümkün değildir. Silahla kurulan milli devletler, ancak silahla parçalanabilir ve yıkılabilir.

(…) ABD kendisine yönelik tehditleri, bütün NATO ülkelerine “tehdit algılaması” olarak ihraç etmektedir…  ABD, son Afganistan ve Irak savaşları sonrası ortaya çıkan tabloda, artık herkesin açıkça gördüğü gibi, bütün dünya ülkelerinin başbelası haline gelmiştir. Bu tehdit algılamasını kabul etmeyen ülkeler, İsrail’dir, İngiltere’dir ve İspanya ile Portekiz gibi kenarda köşede kalan birkaç ülkedir.

1950 öncesinde başlayan Küçük Amerika süreci Kemalist Devrim’in bağımsız, halkçı, devletçi, laik ve devrimci Türkiye programını tasfiye etmiş ve milli devletin kazanımlarını yıkıma uğratma sürecini başlatmıştır. Bütün bu karşı devrimci hamleye rağmen, Türkiye, 1980 yılına kadar Kemalist Devrim’in temel kurumlarını önemli ölçüde koruyabilmişti. Ne var ki, 1980 sonrası yıkım dehşet vericidir. Hele 1999 yılı Aralık ayında Türkiye’nin ABD tarafından Avrupa Birliği kapısına bağlanmasından sonra, milli devletin çözülmesi döneminden dağılması sürecine geçilmiştir…. (s. 80)

AB’ye katılmayı Atatürk’e bağlamak bir hurafedir. Atatürk hiçbir zaman Batı ile bütünleşme gibi bir hedefi Türk Devrimi’nin önüne koymamıştır. Tam tersine, Batı emperyalizmi ile mücadele mevzisinde yürütülmüştür. 1925 yılında Şeyh Sait İsyanı’nın ve 1930’lardaki gerici isyanların hepsinin arkasında İngiliz emperyalizmi vardır.  (s. 81)

Bugün Türkiye’de AB ile bütünleşmeyi savunanlara baktığımız zaman, en önde emperyalizmle göbek bağı olan mafya ve tarikat güçleri ile bölücüleri görüyoruz. (s. 83)

Çağımızda emperyalizme bağımlılık yolundan çağdaş bir toplum kurabilmiş tek bir ülke yoktur. Tam tersine, bütün örnekler, çağdaş uygarlığa ancak bağımsız gelişme çizgisi izlenerek ulaşılacağını gösteriyor. Çin bunun en parlak örneğidir. Kaldı ki Türkiye’nin AB’ye alınma olasılığı yoktur. Türkiye, ancak geçmişteki Cezayir gibi emperyalist Avrupa’nın sömürgesi olabilir. Ve Türkiye  Avrupa kapısına  AB’ye alınmak için değil, başka yere kaçmaması için ABD tarafından bağlanmıştır. (s. 84).

Türkiye’nin çağdaşlaşma yönünde ilerlemesinin itici gücü dışarda aranamaz. Dünya tarihinde hiçbir toplum, dış dinamikle atak yapmamıştır ve yapamaz da. (s. 85)

YERELİ KUVVVETLENDİRMEK??? DEVRİMCİ MERKEZİYETÇİLİK

Bugünün koşullarında yereli kuvvetlendirmek, çöküş ve dağılma getirir. Tam tersine, gerekli olan, devrimci bir merkezin yaratılmasıdır. Demokrasi eşittir yerellik diye özetlenebilecek hurafe, emperyalist merkezlerde üretildi. (s. 94, 101).

Bütün devrimler, devrimci sınıfın merkezi ele geçirmesi ve toplumu devrimci merkez önderliğinde yeniden düzenlemesidir. Karşı devrimler de yine merkezden yerele doğrudur (s.94)

Atatürk’ün demir süpürgesini elimize alma zamanı gelmiştir. Emperyalizmin bütün dayanaklarını temizlemek, Orta Çağ güçlerinin kökünü kazımak, artık yalnız özgürlük ve refahın şartı değil, milli devleti var etmenin, toprak bütünlüğümüzü korumanın şartıdır. (s. 102).


MAFYOKRASİNİN KAOSU DENETLEME ARAÇLARI: VATANSIZLIK ve ANARŞİZM 
(s. 111 -     )

(…) Anarşizm ve vatansızlık, ezilen ülkelerin gençliğini, kendi milli devletlerini yıkma faaliyetine yöneltmek için, elverişli bir alet olarak kullanılmaktadır.
Anarşizm, kendi milletine kurşun sıkmanın ideolojisi olarak, küreselleşmenin Amaçlarıyla tam uyum halindedir;  kumanda merkezine tam itaat halindedir. Anarşizm ve vatansızlık, bugün emperyalist mafyanın neoliberal ideolojisinin bir kolu durumundadır. Anarşizm, mafyokrasinin soytarısıdır.

ANARŞİZM NEDİR?

Anarşizim bir ideoloji değildir. Çünkü anarşist bir sistem olamaz.  (İdeoloji, sistemlere, dolayısıyla sınıflara aittir. İdeolojiler, fikir adamları tarafından icat edilmez tezler ve doktrinler gibi), tarih içinde sistemlerle ve sınıflarla birlikte oluşur. İDEOLOJİ, ait olduğu sistemin, ait olduğu sınıfın düşünce ve değerlerinin bütünüdür. Başka bir deyişle, ideolojiyi tarih yapar. Aydınlar ise, tarih içinde oluşan malzemeye şekil verirler.
Anarşizm, insanlığa hiçbir olumlu vaatte bulunmuyor; kurma ve yapma iddiasını reddediyor; yalnızca yıkma iddiası taşıyor veya yalnızca yıkma çağrısında bulunuyor. Anarşizmin otorite düşmanlığı ve yıkıcılığı, devrimcilik değildir. Devrimcilik, yıkıcılık değil, kuruculuktur. Şüphesiz devrim, köhne olanı yıkar; ama daha önemlisi, yeniyi inşa eder.
Ancak kurucular, yıkabilirler. Kuramayacak olan, yıkamaz! Yeni devleti kuramayacak olan, eskiyen devleti yıkamaz [NEFİS!!! fe]

Sistemi yıkabilmek için yenisini koyabilmek gerekir. Osmanlı devletini, dağa çıkan eşkıyalar veya Çerkez Ethemler değil, ancak Mustafa Kemaller yıkabilirdi. Çünkü Mustafa Kemaller, yeni bir toplumun kurucuları idiler. Atatürk önderliğindeki toplum, Osmanlı devletini, yerine Cumhuriyet’i koyabildiği için yıkabilmiştir. [NEFİS, fe] (s. 114)

Toplum, yalnız ve yalnız yeni toplumu kuracak bir yıkıcılığın çağrılarına cevap verir; o da eski sistemin yıkılmaya yüz tuttuğu koşullarda. Eğer toplum, tarihsel olarak yeni bir sistemin eşiğine gelmemişse, devlet iktidarını yıksanız bile, kuracağınız yine aynı toplumdur…. KURULACAK TOPLUM, ANCAK VE ANCAK KURULABİLECEK OLAN TOPLUMDUR.

…..

ÇÖKEN HAKİM SINIFLARIN ALETİ: ANARŞİZM

Anarşizm, 19. Yüzyılda köhnemiş asilzadeliğin ve yok olan Ortaçağ loncasının en umutsuz kesimleri arasında ortaya çıktı. Fakat yıkıcılığı nedeniyle devrimci akımın içine saklanabildi. Bu nedenle dönemim devrimcileri arasında başlangıçta devrimci akım içindeki bir sapma gibi değerlendirildi. Oysa Anarşizm, devrimci akımın içindeki bir sapma değil, yıkılan feodalizmin curufudur, çamurudur.

Bütün siyasal akımlar, tarih sahnesinde bir rol oynarlar. Roller verilidir, var olan tarih sahnesi içindedir. Tutucusu da devrimcisi de o sahnenin içindedir. Tutucunun ve devrimcinin aktif roller üstlendikleri, kendi beyinlerine, kendi sinir sistemlerine sahip oldukları bu sahnede, anarşist kukla olarak yer alır.

Anarşist sistem kurmayı yani tasarımı reddettiği için kendi beyni yoktur, başkasının tasarımına, başkasının kumandasına bağlanmıştır.Örgütlenmeyi reddettiği için kendi sinir sistemi ve organları yoktur. İplerini başkası oynatmaktadır. (s. 117)

Anarşizm, siyasal doktrinler arasında kukla işlevi için üretilmiş biricik doktrindir. Hükmeden ile hükmedilen arasındaki ilişki, Anarşizmde bir bağımlılık ilişkisi olmaktan çıkar, bir alet olma ilişkisine dönüşür. Hakim sınıflardan birinin oyuncağıdır anarşizm. (s. 118)...

Anarşist, sistemi ve toplumu reddettiği için, bütün değerleri de birlikte reddeder, aslında kendi dışında hiçbir değeri tanımaz ve sevmez, yalnız ve yalnız kendisini sayar, kendisini sever. Bütün değerleri ve en yakınlarını bile bir kibrit çakarak yakmaktan çekinmez. Anarşistin ne arkadaşlığı olur, ne dostluğu, ne evlatlığı, ne babalığı. Anarşizm, her türden sorumluluğun, sadakatin, vicdanın, bağlılığın, vefanın ve insani ilişki ve duygunun dışındadır.

Anarşist, gerçekten alabildiğine koptuğu için, yalancıdır, sahtekardır, komplocudur, utanma duygusundan yoksundur, yüzsüzdür. Anarşist kendisinden başka her şeyi reddederken, bir hiç olur.

Aşırı bencillik, aşırı bireycilik, yabancılaşmanın doruğudur. (…)  Kin ve nefretle doludur. (s.123).
İnsanı insanı yabancılaştırmada, insanı insani duygulardan koparmada, Anarşizmin eline  su dökebilecek başka bir akım bulunmaz.(…) Siyasal akım mensupları arasında en çok anarşistlerin intihar etmesi, bu aşırı yabancılaşmanın sonucudur.

Bütün değerlere sadakatsizlik, bütün ilişkilere vefasızlık, Anarşizmin anayasasıdır. Anarşist kendisine de ihanet eder. O andan itibaren hainlik ve şerefsizlik, anarşist için biricik yükselme yolu olur. Anarşistler, ancak kendi şereflerinin üzerine basarak yükselebilirler (s. 124).

Görevi geleneği, günümüz anarşistlerine, 19. Yüzyıldaki babalarından miras kalmıştır; hemen hepsi saray soytarılığı yanında, ikinci bir saray görevi daha yapmışlardır. O da yıkılan sarayların kışkırtıcı ajanlığıdır.

Yok olan burjuva için iki yol vardır. Çoğunluk, iş gücünü satarak proletere dönüşür. Bir avuç denecek kadar küçük bir azınlık ise, yıkıcılık üzerinden sistemin ajan-provokatörlüğü mertebesine ulaşır. (s. 126).

Anarşist fikir babaları, sahneye hep kahraman edasıyla çıkmış ve perdeyi hep kışkırtıcı ajan olarak kapatmışlardır. Devrimci halk hareketine ve sosyalizme düşmanlık, biricik faaliyet programları olmuştur.

Anarşizm, kapitalizmin rekabet çağında ve emperyalizm döneminde de, hep devrimci hareket içinde kargaşa çıkartan, tertipler ve kışkırtmalarla devrimci hareketi ezdiren bir işlev gördü. Marx ve Engels, devrimci hayatlarında hep Anarşizmle boğuştular ve bu alanda çok önemli eserler bıraktılar. Lenin ve Mao da, önderlik ettikleri devrimleri, Anarşizm ve benzeri cereyanların kışkırtma ve tertipleriyle savaşarak başarıya ulaştılar. İspanya İç savaşı ise faşist Franko’nun beşinci kolu görevini yapan Anarşizmin ihanetleriyle baş edemediği için yenildi (s. 127).

YENİDEN…

Anarşizm, emperyalizmin artık mafyalaştığı küreselleşme döneminde, yeniden imal edilmiş ve piyasaya sürülmüştür.

Anarşizme, kürsel planda işlev kazandıran olay, ABD’nin milli devletleri tasfiye ederek, dünya imparatorluğu kurma peşinde koşmasıdır.

Anarşizme ülke zemininde yol veren olay ise, geniş kitlelerin planlı olarak kaosun içine itilmesidir. (s. 127).

Anarşizm, bir yönüyle ezilen dünya ülkelerini devletsizleştirme harekatının aletidir. Bir yönüyle de, ezilen milletleri çözme harekatının bir parçasıdır.
Ezilen dünyada, milli devletin ve milletlerin tasfiyesi için, her türlü bölüne etkeni harekete geçirilmekte, toplum büyük bir kaosun içine itilmektedir Anarşizm ve onun türevlerinden olan “Sivil itaatsizlik” bu amaçla kullanılıyor (s. 128).

KÜRESELLEŞME, ezilen dünya ülkelerinin ve hatta bazı kapitalist ülkelerin devletsizleştirilmesi olayıdır.

ABD, küreselleşme adı altında, ezilen dünya ülkelerinde milleti birbirini bağlayan tüm değerleri yıkma ve çözme programını uygulamaktadır. Bu amaçla etnik bölücülük, cemaatçilik, falcılık, büyücülük, satanizm gibi feodal ve hatta kabike toplum kalıntıları yanında, Anarşizm de kullanılmaktadır. (s. 129).
(…)
Ulusal Kanal dışındaki bütün televizyonlar ve dergiler, sürekli olarak gençliği, Anarşizme, vatansızlığa, eşcinselliğe, otorite düşmanlığına, aşırı bireyciliğe, Hıristiyanlaşmaya ve her türlü yabancılaşmanın girdabına atan bir kampanya yürütüyorlar. Türkiye gençliğini, bu topraklara, milletimize, ailesine, tarihine bağlayan bütün bağlar koparılıyor. Kökler hoyratça sökülüyor.
Küreselleşen mafyaya küresel bir gençlik gerekiyor. Kendi milletine, kendi halkına, milli devletine, özet olarak dünyanın dünyanın ezilenlerine düşman, hainleştirilmiş bir gençlik gerekiyor.

Anarşizmin, özellikle gençlik içinde, eroinle birlkte tüketilmesi de çok anlamlıdır. (s. 130).
Anarşizm, sefalete itilen ve ölmesinde hiçbir sakınca olmayan, üretim dışı ve işsiz geniş kitleler için en uygun siyasal tüketim markasıdır. Mafyalaşan emperyalist sistem, ezilen dünya ülkelerinde yüzde on çevresinde bir nüfusu zenginleştiriyor, ve toplumun yüzde doksanını aşırı yoksullaştırıyor, sefaletin içine yuvarlıyor. Bu yüzde doksan oranındaki büyük kitle sistem için büyük tehdittir. Sistemin bu tehdidi etkisizleştirmek için bulduğu çare, o kitlenin enerjisini birbirini kırmaya ve amaçsız ve örgütsüz faaliyete yönlendirmektir. (s. 131).


SİVİL İTAATSİZLİK

[Nefis bir tahlil, fe]

Bugün gerek sistemin metropollerinde ve gerekse ezilen dünya ülkelerinde anarşistlerin, otonomların, eşcinsellerin vb grupların sözde küreselleşme karşıtı eylemleri kışkırtılıyor ve örgütleniyor.  “Küresel direniş” ve “Sivil itaatsizlik”, aslında ABD emperyalizmine itaatin eylem biçimidir. Bu eylemler kesinlikle kendiliğinden değildir, doğrudan doğruya sistemin merkezlerinde, SüperNATO güdümlü gizli servisler tarafından planlanmakta ve örgütlenmektedir. (s. 132)


...Sistem, bu küreselleşme karşıtı denen eylemlerle toplumun özellikle genç kesimlerini, Ezilen Dünya ülkelerinde milli devlet ve orduyu yıpratmak için kullanmaktadır. Öte yandan toplumun genç nüfusu, adeta duvarlara çarpıla çarpıla güçsüz düşürülmekte, sersemleştirilmektedir. Örgütsüz gençlik, bu kaos ortamı içinde fareler gibi sağa sola koşuşmakta, yorgun düşmekte ve kaosun denetimi altında tutulmaktadır. Böylece toplumun gizil enerjisi, emperyalizme karşı devrimci amaçlar için harekete geçirileceğine, ABD’nin dünya tasarımının gizil gücüne dönüştürülmektedir (s. 133)


ANARŞİZM, bugün emperyalist mafyanın neoliberal ideolojisinin bir kolu konumundadır.
Artık ANARŞİZM, Beyaz Saray’ın soytarısıdır. (s. 134).

(…)

Tayyip Erdoğan’ın attan düşüşü, bir ata binme macerasının sonunu göstermişti. Herkes attan düşebilir Ama bir başbakan, fiyaka için atın üzerine çıkarsa, ortada bir macera olayı vardır (...) Tayyip Erdoğan, bilmediği ve yapamayacağı işlere kalkışmaktadır ve yeteneksizliğini de şovla örtmek peşindedir. (s. 159) Küçük macera, attan düşmekle sonuçlanmıştır. Büyük macera ise, iktidar koltuğundan düşmekle sonuçlanacaktır.

Mafyokrasi. Doğu Perinçek, 2005 (2. Basım). Kaynak Yayınları
175 sayfa