(…)
Kapitalizm,
az gelişmiş ülkelerde güçlü devlet istemez. Sistemin merkezini oluşturan ABD,
faşist denecek derecede ulusaldır. Fakat aynı ABD, sistemin çevresindeki
ülkelerin ulusal politika izlemelerine karşıdır (Erol Manisalı, Kapitalizmin
Temel İçgüdüsü). ABD’nin bağnaz ve saldırgan ulusallığı, çevre ülkelerinin
savunma konumundaki ulusallığını ezmektedir. (s.15).
20.
yüzyılın başlarında Lenin ve Mustafa Kemal, dünyanın iki kampa ayrıldığını
saptamışlardır: ezen ve ezilen ülkeler…
Dünya
ölçeğinde “serbest piyasa” denen mekanizma, aslında tekellerin dikatatörlüğünü
örten bir perdedir (Erol Manisalı).
Esasen,
rekabet sistemi önce kapitalizmin merkezlerinde çökmüş ve tekeller oluşmuştur.
Bu tekeller, rekabet düzenini bütün dünyada tasfiye etmişlerdir. Emperyalist
ülkelerdeki devlet müdahalesi, rekabeti sağlamak için değil, fakat tekellerin
birbirlerini büsbütün ortadan kaldırmalarını önlemek içindir (…) Emperyalist
sistem, bu nedenle İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında “tekelci devlet
kapitalizmi” olarak adlandırılmıştır (s. 17).
(…)
Emperyalizm
çağıyla birlikte azami sömürüyü sağlayan esas etken, silahlı güçtür.
(…)
Ulusalcılık, emperyalizmin merkezlerinde faşizme götürür,
faşistçedir. Ezilen Dünya’da ise ulusalcılık,
dün Kemalizm çizgisinde, bugün örneğin Malezya’daki, Huga Chavez’in Venezuella’daki
veya Lula’nın Brezilya’daki uygulamalarda olduğu gibi anti-emperyalizmdir,
anti-faşizmdir (Erol Manisalı).
(…)
Demokrasiyi,
rekabet çağındaki kapitalizm getirmişti. Çünkü gençlik çağındaki kapitalizm,
köylüyü feodal bağlardan kurtarmıştı ve feodal devletlerle birlikte Ortaçağ
ilişki ve kurumlarını tasfiye etmişti. Ancak kapitalizm, emperyalizm çağında,
Ezilen Dünya’daki her türlü gericilikle ittifak ederek, demokrasi karşıtlığına
dönüşürken, yalnız denetlediği ülkelerde değil, kendi içinde de demokrasinin
kazanımlarını yok etti ve demokrasiyi içi havayla dolu bir renkli balona
çevirdi. Bu rejim artık demokrasi değil, fakat mafyokrasidir. (s. 22).
(…)
Vahşi
kapitalizm,
kapitalizmin belli tarihsel evresidir. Vahi kapitalizm, işgücünün maliyetini
düşüren kıyasıya rekabet düzendir. (s. 23). Vahşi kapitalizm, ağır sömürü
koşullarını ifade etmekle birlikte, köylüyü feodal beye bağımlılıktan
kurtardığı ve kaynakları kara göre paylaştırdığı için, bir ilerleme dönemdir. Bugünkü emperyalist sistem ise,
kapitalizmin verimlilik mantığının çökmesiyle birlikte gaddarlaşmaktadır. Vahşi
kapitalizm, kapitakizmin yükseliş dönemimin sistemidir. Bugünkü emperyalist
sömürü ve zulüm ise, kapitalizmin çürüme ve çökem döneminin sistemidir. Vahşi
kapitalizmin hakim sınıfı, sanayi burjuvazisidir. Bugünkü sistemin hakim sınıfı
ise, artık dünya ölçeğinde mafyalaşmış olan mali sermayedir. (s. 23).
Emperyalist
sisten, emperyalist devletler arasındaki hegemonya çatışmasından başka bir şey
değildir (s. 28).
Emperyalizmin
azami eğilimi, hedef ülkeyi devletsiz bırakmak, yani sömürgeleştirmektir.(…)
MİLLİ –
GAYRİ MİLLİ AYRIŞMASI
Türkiye’de
sermaye 2000’li yıllarda, çok uluslu şirketlerinden yana olanlar ile bu
denetime karşı çıkanlar olmak üzere ikiye ayrıldığı görülebilr ve bu kesimler
miili ve garyrimilli olarak adlandırılır.
Türkiye’de,
Ezilen Dünya için model oluşturan milli demokratik devrimi sayesinde, oldukça
köklü ve geniş bir miili sermaye sınıfı oluştu. Ancak 1940’lardan başlayarak
yeni bir acente kesimi boy vermeye başladı. Bu gayrimilli kesimin 1980’lerin 12
Eylül rejiminde ve Özal döneminde, 1996 Gümrük Birliği’nden sonra ve en son
2000’lerde yeni ataklar yaparak büyüdüğü görülüyor. (s. 39).
Siyasetçi
ve bürokratlarla birlikte Türkiye’ye karşı “sessiz darbeyi” yürütenler bunlardır.
Erol Manisalı’nın kitapları, gayrimilli sermayenin, büyük çapta tefecilikle,
kirli para trafiğinden be yasa dışı yollarla büyük kaynakları ele geçirdiği
anlatmaktadır. Bu kesimi, sanayi ve ticaret sermeysinden ayırmak için kısaca
MAFYA diye adlandırmak kanımızca yerinde olur (s. 40).
“SİVİL”
DARBE MODELİ
Yine
Manisalı’ya göre, gayrimilli sermaye, ABD’nin Türkiye gibi ülkelerde
gerçekleştirdiği “sivil darbe”lerde kullandığı kaynaktır. Çin ve İran gibi
işbirlikçi çıkar çevreleriyle deneyim altına alınamamış ülkelerde, “sivil
darbe” için uygun zemin bulunmamaktadır. “Sivil darbe”, ekonomik kültürel, toplumsal ve
siyasal araçlar kullanılarak gerçekleştiriliyor.
Ekonomik
düzlemde, tarım ve sanayi çeşitli uluslar arası müdahele ve operasyonlrla
çökertiliyor ve denetim altına alınıyor. Halk, tüketici sürüsü haline
getiriliyor.
Kültürel
düzlemde, milli kimlik ve milli kültür yıkıma uğratılıyor; toplum, amerikan
yaşam bçimi ve tüketim kalıplarıyla köleleştirilyor; özel okullar, vakıf
üniversiteleri, yabancı dille eğitim yoluyla ameriakn değerlerine bağlı,
yabancı hayranı bir gençlik yetiştiriliyor.
Toplumsal
düzlemde, işsiz bırakılan ve sefalete itilen kitleler, zavallılaştırılıyor;
“sivil toplum kuruluşları” denen işbirlikçi örgütler ve sendikalar aracılığıyla
emperyalist amaçların güdümüne sokuluyor. Manisalı, Batı güdümlü medyanın sivil
darbelerdeki rolü üzerinde özellikle duruyor (s. 41).
Siyasal
düzlemde, süreç, sistemin uzantısı haline dönüştürülen siyasal elitler ve
kurumlar aracılığıyla yürütülüyor.
Sürecin
barışçı yoldan sonuca varma olasılığı bulunmuyor. Milli devletler silahla
kurulmuşlardır ve ancak silahla tasfiye edilebilirler. Bütün “sivil darbeler”
ülkenin direnme olanaklarını çökertmek amacaıylayürütülür ve son kertede
silahlı darbelerin en az kayıpla başarılması içindir (s. 41).
ABD’NİN “BİNYILIN
MEYDAN OKUMASI” TATBİKATI
ABD,
24 Temmuz 2002 günü, Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde, ABD tarihinin en büyük
asleri tatbikatını başlattı. Nevada çöllerinde, 22 gün süren bu tatbikatta
Türkiye’yi işgal provası yapıldı. Tatbikat “Millenium Challenge 2002” gibi çok
iddialı bir isim taşıyordu.
(…)
Türkiye gibi
silahla kurulmuş bir milli devlet, sırf
“sivil darbe”lerle, yalnızca barışçı yoldan teslim alınamaz. Yugoslavya
ve Irak gibi, Türkiye’ye göre direnme güçleri çok daha yetersiz olan ülkeler
bile, ABD’ye karşı silahla direnmişlerdir.
Türkiye çok yakında sivil darbe sürecini geri çevirecektir (s.42) [Kitap 2004’de yazılmış… Bugün 2013…Bu
satırlarda yazılan olmasın diye, Türk Ordusu Ergenekon tertibiyle yok edilmeye
çalışılmış, büyük ölçüde de başarıya ulaşılmıştır.. fe ]
Bize
göre, milli devletleri barışçı yoldan yıkma modeli bulunmuyor. Sivil darbe,
askeri müdahalenin hazırlık aşamasıdır….. (s .44).
TÜRKİYE’DE
MAFYA EKONOMİSİ
Bugün
Türkiye’de zenginlikler, esas olarak sanayi ve ticaret karıyla oluşturulmuyor,
yasa dışı yollardan elde ediliyor. Verimli işletme kuran, icatlar yapan,
teknolojiyi geliştiren, işletmesini iyi örgütleyen bir girişimcinin piyasadaki
hırsızlarla ve yağmacılarla rekabet etme olanağı yoktur. Sermayesini şiddet ve
dolandırıcılık gibi yöntemler kullanarak çok düşük maliyetlerle büyüten mafya
ile hiçkimse verimli işletme kurarak rekabet edemez.... (s. 47)
Mafya-Gladyo’nun Derin Devleti: SüperNATO
Mafya-Gladyo’nun Derin Devleti: SüperNATO
Türkiye’de
iktidarın kilit mevkileri, 1980’lerden başlayarak uyuşturucu, silah ve nükleer
madde kaçakçılarının, kara para bankerlerinin eline geçmiştir. Sistemi artık,
üretimi yöneten kesimler değil, uyuşturucu kaçakçısı, kara para erbabı,
hortumcu, dolar vurguncusu gibi üretimi yağmalayan kesimler yönetmektedir. Buna bağlı olarak hakim sınıfların siyasal
partileri ve kadroları da mafyalaşmaktadır. Türkiye’nin son dönem
yöneticilerine bakınız, karşınızda mafyanın çehresi belirecektir.
Emperyalizmin EZİLEN DÜNYA’da yarattığı tipik hükümet modeli budur zaten. (s. 47)
NATO
ülkelerinin derin devlet (SüperNATO), mafyanın derin devletinden başka bir şey
değildir.
ABD,
SüperNATO örgütlenmesi sayesinde Türkiye devletinin kilit mevkilerine
yuvalanmıştır.
Türkiye,
ABD güdümlü mafya-gladyo-tarikat ortaklığının diktatörlüğünün altına düşmüştür.
Bir karşıdevrimdir bu. Temelleri
Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle atılmıştır. ABD ve NATO reçetelerine göre, yer altı
örgütlerinin kurulmaya başlanması o yıllara kadar uzanır. Bu örgütler, cinayet,
uyuşturucu kaçakçılığı, haraç, gasp, tehdit dahil her tür terör eylemine
girmişlerdir. Develtin yer altı kuruluşları, daha 1960’lı yıllarda Komünizmle
Mücadele dernerklerinden başlayarak çeşitli yan örgütleri kullanmışlardır. MHP
ve Ülkü Ocakları’nın yer altı örgütlenmeleri, o dönemde, denebilir ki, NATO
modeline uygun olarak, devletin yer altı terörünün yan kuruluşları işlevini yerine
getirdiler. Türk İntikam Tugayı, Esir Türkler Kurtuluş Ordusu, İslami Hareket,
Hizbullah, İBDA/C, gibi örgütler yine aynı görevi üstlendiler. CIA’nın
uyuşturucu ağına yakalanmış bazı “sol” maskeli örgütler de, ABD bağlantılı
terörün taşeronluğunu yaptılar. (s. 49).
Yargının
Çöküşü
Ekonomideki
mafyalaşmanın sonucu, kapitalizmin hukuk sistemi çökmektedir. Yargı işlemez
hale getirilmiştir.
Cumhuriyemizin
en fakir olduğu kuruluş yıllardında, devlet bütçesi içinde yargıya ayrılan pay
yüze 3,75 idi. Bugün, bu yüzde 0,8’dir.... (s. 50) [kitap 2004’de yazılmış, fe]
DEMOKRASİNİN MAFYAYA DÖNÜŞMESİ
.....Örneğin
ABD başkanının artık doğrudan doğruya ABD mafyası tayin etmektedir. Seçimler,
özgürlükler, meclisler, sivil toplumları harıl harıl çalışıyorlar. Ancak bütün
bu kurumlar yaptıkları işe bakarsanız, ABD mafyasının kararlarını hayata
geçiren mekanizmaların ve törenlerin toplamı haline gelmiştir. (s. 51)
ABD
seçimlerine bakınız; koşoşturan, haykıran kalabalıklar, nutuklar, karnavallar ,
naylaon bayraklar, balonlar, kurulan
sandıklar, hummalı bir faaliyet , hepsi, mafyanın tayin etmiş olduğu başkanı
sandıktan çıkarmak içindir. Dünya tarihinde bu kadar düzmece, bu kadar masraflı
ve kitleleri bu kadar budalalaştıran bir
sistem görülmemiştir. ABD’de böyle… Avrupa’da ya da bizde farklı mı?
SüperNATO
ile dayatılan bu rejimin, “demokrasi” ile içerik olarak en küçük bir benzerliği
yoktur. (s. 52).
SİSTEM KENDİ HALKINI İMAL EDİYOR
Devrimci
Cumhuriyetimiz, devrimci bir halk yaratıyordu.
Canlı, kendine güvenen, çalışkan, önce toplumunun yararını düşünen,
vatansever, dürüst, geleceğe güvenle bakan..
1950’lerde
kurulmaya başlanan “Küçük Amerika sistemi” de Cumhuriyet’in milli devrimci
kültürünü yakıp yıkarak kendi halkını imal etmiştir. “Küçük Amerika” stratejisi,
Türk milletini tasfiye etmekte ve Küçük Amerika’nın başı eğik, şaşkın, kuru
kalabalığını imal etmektedir.(…)
Seçmenin
önemli bir kesimi, bugün özgür düşünen yurttaş değil, cemaatlerin, tarikatların
üyesidir. Asıl büyük kesim ise, Cumhuriyet’in yıkıntıları arasında sağa sola
koşuşmakta, küreselleşmenin ayakları altında kalmamak için sistemin
mağaralarına sığınmaktadır. (…) (s.52)
İnsanlık
tarihinin gördüğü en dar çıkarları temsil eden, en terörcü, en yalancı, en
düzenbaz, en insanlık düşmanı rejim budur. Bu gerçek, sistemin
kumandasındaki kitle iletişim mekanizması aracılığıyla perdelenmekte ve bütün
insanlık bir budalalar toplumuna düşürülmektedir. (s. 54)
SANDIĞA KAPATILAN "DEMOKRASİ”
(…)
İnsan, demokrasiyle ağanın marabası olmaktan, beyin yandaşı olmaktan, şeyhin
müridi olmaktan kurtulur. … Demokrasi, feodal sistemi yıkan içeriğiyle devrimci
bir rejimdir; bütün dünyada devrimlerle kurulmuştur ve ancak devrimle
kurulabilir. Devrilen tahtlar, yerlerde
yuvarlanan taçlar ve yıkılan şatolar, demokrasinin kuruluşunu müjdeler. En
önemli örnekleri, kapitalizmin öncüsü olan ülkelerde. Cromwell’in İngiliz
Devrimi, Robespierre’in Fransız Devrimi, Washington’un Amerikan Devrimi’dir.
Ezilen Dünya’daki örnekleri ise, Çin’de Sun Yatsen Devrimi, Türkiye’de Mustafa Kemal Devrimi, Latin
Amerika’daki Bolivarcı devrimlerdir.
Gelelim
çağımızdaki büyük sahtekarlığa… Bir zamanlar köylüyü arkasına alarak kralları
ve beyleri deviren burjuvazi, emperyalist karakter kazanınca, dünyanın her
yerinde gericiliğin merkezi ve temel dayanağı olmuştur. (s. 54)
20.
yüzyıl, bir yönüyle emperyalizm ile Ezilen Dünya’daki ve şeyhliğin ittifakının
tarihidir. Böylece, kralları, ağaları yıkan gerçek demokrasiden, her türden
gericiliğe yaslanan sahte demokrasiye geçilmiştir. Demokrasinin devrimci
içeriği boşaltılmış, demokrasi seçim sandığına indirgenmiştir. Mafyanın
“demokrasi”si sandıktan ibarettir ve sandık da mafyanın kontrolundadır. (s. 55) [!!!!!! NEFİS, fe]
(…)
emperyalizmin merkezlerinde imal edilmiş hayat modeli içinde budalalaştırılmış
kalabalıkların önüne sandığı koyarsanız, o sandıktan hep tevekkül ve budalalık
çıkacaktır. [!!!! NEFİS. Sn. Perinçek’in nasıl sevmeyeyim, muhteşem çıkarımlar
muhteşem ifadelerle anlatılıyor]
İşte
bugün “demokrasi” denen sistemin çıkmazı da buradadır. Çünkü bu “muhafazakar
demokrasi”,insanı özgürleştirmiyor, tam tersine, insanı sersemleştiriyor ve
köleleştiriyor. (s. 55).
(…)
Biz, 1920’lerde levanten monşer takımını temizleyerek, tekke ve zaviyeleri
kapatarak, Cumhuriyet’in devrimci eğitimiyle özgür yurttaşı yaratmaya çalıştık.
[Bazı kısımlarını bizzat Atatürk’ün yazdığı, 1931-1941 arasında liselerde okutulan 4 ciltlik TARİH kitabı– bugüne baktığımıza akıl almaz derecede – devrimci, bilimsel, yaradılışı reddeden, muhteşem bir kitap serisi; Kemalist Devrim’in Tarih Tezi… Ayrıca ve MEDENİ BİLGİLER kitabı … 40’lardan itibaren ABD güdümüne girerek her şeyimizi onun istediği biçimde yaptık. Eğitim-Öğretimi de...fe]
[Bazı kısımlarını bizzat Atatürk’ün yazdığı, 1931-1941 arasında liselerde okutulan 4 ciltlik TARİH kitabı– bugüne baktığımıza akıl almaz derecede – devrimci, bilimsel, yaradılışı reddeden, muhteşem bir kitap serisi; Kemalist Devrim’in Tarih Tezi… Ayrıca ve MEDENİ BİLGİLER kitabı … 40’lardan itibaren ABD güdümüne girerek her şeyimizi onun istediği biçimde yaptık. Eğitim-Öğretimi de...fe]
(…)
Bugün
Türkiye’de demokrasi, ancak ve ancak tıpkı Atatürk’ün önderliğinde yaptığımız
gibi, devrimci-halkçılıkla kurulabilir. Buna isterseniz devrimci-halkçı
diktatörlük deyiniz, teorik açıdan hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü, bugün halkçı olabilmek için, halka vurulan
zincirleri devrimci-halkçı bir diktayla kırmak zorundasınız. Halkı özgürleştirmek
için, mafyayı ve Orta Çağ kurumlarını toplumdan temizlemek zorundasınız.
Demokrasiyi kurmak istiyorsanız, yine o emperyalist düşmanı denize dökmek, yine
o komprador sülükleri vücudumuzdan koparıp atmak, yine o tekke ve zaviyeleri
kapatmak, insanımızı yine o tarikatların pençesinden kurtarmak, yine
milletimizi üfürükçünün, muskacının elinden çekip almak zorundasınız. Bugün
Türkiye’de hortumcusunu, dolar ve borsa vurguncusunu, büyük tefecisini tasfiye
etmeden, emokrasi falan olmaz.
Bu
işlerin hiçbirini sandıktan çıkaramazsınız. Çünkü sandığın içine, son altmış
yıl içinde ABD tarafından doldurulmuş olan mafya ve tarikat ilişkilerinden
başka bir şey bulunmamaktadır. (s. 56).
“Muhafazakar
demokrasi”, Türkiye’deki ABD güdümlü mafya-gladyo-tarikat rejiminin kibar
adıdır. Türk halkı, ancak o mafya-tarikat rejimini yıkarak demokrasiyi
kurabilir. (s.57).
Lenin’in
“çürüyen ve geberen kapitalizm” tahlili, bugün 90 yıl öncesine göre daha
geçerlidir. Kapitalizm, artık hayatı değil, ölümü temsil etmektedir; zehirle ve
silahla yaşamaktadır. Dahası, bireysel kar ekonomisi doğayı yıkıma
uğratmaktadır. İnsanlık bu sistemde üzerinde yaşadığı gezegeni kaybetmektedir.
(s. 58)
Bundan
sonraki 50 sayfadan, cümleler, paragraflar arasında bağlantıyı çok da
koparmamak için fazla uğraşmadan, sadece bu her cümlesi önemli kitaptan sadece
en en en önemli bulduğum cümleleri ya da paragrafları alacağım hızlıca. Beşinci
bölüm’de ise daha ayrıntılı durmak gerek, bölümün başlığı: Mafyokrasinin kaosu
denetleme araçları: Vatansızlaştırma ve Anarşizm.
Sf.
58-59
(…)
Emperyalizmin
çöküşü, aynı zamanda 500 yıllık Batı uygarlığının çöküşüdür. Asya uygarlığı
yükselmektedir. Atlantik’in çöküşü ve Avrasya’nın yükselişi, kapitalist
sistemin önderinin değişmesi gibi sistem içinde bir değişiklik olmayacak. Yeni
bir uygarlığa, yeni bir toplumsal sisteme geçiş olacak.
(…)
Yeni uygarlık, milli demokratik devrimlerin tamamlanması yoluyla sosyalizme
geçiştir. Öncelikle 20. Yüzyılda kapitalizmin çevresinde kalmış halklar, milli
demokratik devrimlerini tamamlayarak sosyalizme yöneleceklerdir.
(…)
20. Yüzyılın başlarında girdiğimiz “Emperyalizm, Milli Kurtuluş savaşları ve
Emekçi Devrimleri Çağı” devam etmektedir…
Irak’ın
şimdiden insanlık tarihine geçen büyük direnişi…
Sosyal demokrasi,
20. yüzyılın başlarından beri Batı kapitalizminin sol kanadını temsil
etmektedir. Ezilen Milletler dünyasına yabancıdı ve hatta Ezilen Dünya’nın
sömürülmesine ortal olan bir kesimdir. Sosyal demokrat akım, dünyada olduğu
gibi Türkiye’de de Batı sermayesiyle işbirliği
yapan gayrimilli sermayenin sol kanadını temsil etmektedir. (s.60)
Arkamızda
kalan dönemde, Türkiye’de Kemalist Devrim tasfiye edilmiştir. Bu nedenle,
korunacak değil, kazanılacak bir Cumhuriyetimiz var. Türkiye karşılaştığı
tehditleri statükoyu koruyarak değil, kendini yenileyerek ve yarım kalan ve
kaybettiği Kemalist Devrimi’ni yendien canlandırarak ve tamamlayarak
göğüsleyebilir. Milli devleti ve Cumhuriyet’i savunmak bu açıdan bir devrim
meselesi haline gelmiştir. (s. 61 - 62)
Türkiye,
çıkış yolunu Atatürk’ün önderliğindeki 1920 Devrimi’nde olduğu gibi, yine
devrimle açacaktır. Milletin gerçek iradesini hakim kılmak için, mafya-tarikat
sisteminin bertaraf edilmesi şarttır.(…),,
s.
68
Emperyalizm,
milli devletin karşısındadır ve milli devlete karşı mikro-etnik gruplar,
tarikatlar ve cemaatler dahil, her tür
millet öncesi etkenle birleşmektedir.(…)
s.
77 - 78
Milli
devletlerin, hele Türkiye Cumhuriyeti devletinin sırf siyasal, ekonomik ve
toplumsal operasyonlar yoluyla, silah kullanılmadan tasfiyesi mümkün değildir.
Silahla kurulan milli devletler, ancak silahla parçalanabilir ve yıkılabilir.
(…)
ABD kendisine yönelik tehditleri, bütün NATO ülkelerine “tehdit algılaması”
olarak ihraç etmektedir… ABD, son
Afganistan ve Irak savaşları sonrası ortaya çıkan tabloda, artık herkesin
açıkça gördüğü gibi, bütün dünya ülkelerinin başbelası haline gelmiştir. Bu
tehdit algılamasını kabul etmeyen ülkeler, İsrail’dir, İngiltere’dir ve İspanya
ile Portekiz gibi kenarda köşede kalan birkaç ülkedir.
1950
öncesinde başlayan Küçük Amerika süreci Kemalist Devrim’in bağımsız, halkçı,
devletçi, laik ve devrimci Türkiye programını tasfiye etmiş ve milli devletin
kazanımlarını yıkıma uğratma sürecini başlatmıştır. Bütün bu karşı devrimci
hamleye rağmen, Türkiye, 1980 yılına kadar Kemalist Devrim’in temel kurumlarını
önemli ölçüde koruyabilmişti. Ne var ki, 1980
sonrası yıkım dehşet vericidir. Hele 1999 yılı Aralık ayında Türkiye’nin ABD
tarafından Avrupa Birliği kapısına bağlanmasından sonra, milli devletin
çözülmesi döneminden dağılması sürecine geçilmiştir…. (s. 80)
AB’ye
katılmayı Atatürk’e bağlamak bir hurafedir. Atatürk hiçbir zaman Batı ile
bütünleşme gibi bir hedefi Türk Devrimi’nin önüne koymamıştır. Tam tersine,
Batı emperyalizmi ile mücadele mevzisinde yürütülmüştür. 1925 yılında Şeyh Sait
İsyanı’nın ve 1930’lardaki gerici isyanların hepsinin arkasında İngiliz
emperyalizmi vardır. (s. 81)
Bugün
Türkiye’de AB ile bütünleşmeyi savunanlara baktığımız zaman, en önde
emperyalizmle göbek bağı olan mafya ve tarikat güçleri ile bölücüleri
görüyoruz. (s. 83)
Çağımızda
emperyalizme bağımlılık yolundan çağdaş bir toplum kurabilmiş tek bir ülke
yoktur. Tam
tersine, bütün örnekler, çağdaş uygarlığa ancak bağımsız gelişme çizgisi
izlenerek ulaşılacağını gösteriyor. Çin bunun en parlak örneğidir. Kaldı ki Türkiye’nin AB’ye alınma
olasılığı yoktur. Türkiye, ancak geçmişteki Cezayir gibi emperyalist Avrupa’nın
sömürgesi olabilir. Ve Türkiye Avrupa
kapısına AB’ye alınmak için değil, başka
yere kaçmaması için ABD tarafından bağlanmıştır. (s. 84).
Türkiye’nin
çağdaşlaşma yönünde ilerlemesinin itici gücü dışarda aranamaz. Dünya tarihinde
hiçbir toplum, dış dinamikle atak yapmamıştır ve yapamaz da. (s. 85)
YERELİ
KUVVVETLENDİRMEK??? DEVRİMCİ MERKEZİYETÇİLİK
Bugünün
koşullarında yereli kuvvetlendirmek, çöküş ve dağılma getirir. Tam tersine,
gerekli olan, devrimci bir merkezin yaratılmasıdır. Demokrasi eşittir yerellik
diye özetlenebilecek hurafe, emperyalist merkezlerde üretildi. (s. 94, 101).
Bütün
devrimler, devrimci sınıfın merkezi ele geçirmesi ve toplumu devrimci merkez
önderliğinde yeniden düzenlemesidir. Karşı devrimler de yine merkezden yerele
doğrudur (s.94)
Atatürk’ün
demir süpürgesini elimize alma zamanı gelmiştir. Emperyalizmin bütün
dayanaklarını temizlemek, Orta Çağ güçlerinin kökünü kazımak, artık yalnız
özgürlük ve refahın şartı değil, milli devleti var etmenin, toprak
bütünlüğümüzü korumanın şartıdır. (s. 102).
MAFYOKRASİNİN
KAOSU DENETLEME ARAÇLARI: VATANSIZLIK
ve ANARŞİZM
(s. 111 - )
(…)
Anarşizm ve vatansızlık, ezilen ülkelerin gençliğini, kendi milli devletlerini
yıkma faaliyetine yöneltmek için, elverişli bir alet olarak kullanılmaktadır.
Anarşizm,
kendi milletine kurşun sıkmanın ideolojisi olarak, küreselleşmenin Amaçlarıyla
tam uyum halindedir; kumanda merkezine
tam itaat halindedir. Anarşizm ve vatansızlık, bugün emperyalist mafyanın
neoliberal ideolojisinin bir kolu durumundadır. Anarşizm, mafyokrasinin
soytarısıdır.
ANARŞİZM NEDİR?
Anarşizim
bir ideoloji değildir. Çünkü anarşist bir sistem olamaz. (İdeoloji, sistemlere, dolayısıyla sınıflara
aittir. İdeolojiler, fikir adamları tarafından icat edilmez tezler ve
doktrinler gibi), tarih içinde sistemlerle ve sınıflarla birlikte oluşur. İDEOLOJİ,
ait olduğu sistemin, ait olduğu sınıfın düşünce ve değerlerinin bütünüdür.
Başka bir deyişle, ideolojiyi tarih yapar. Aydınlar ise, tarih içinde oluşan
malzemeye şekil verirler.
Anarşizm,
insanlığa hiçbir olumlu vaatte bulunmuyor; kurma ve yapma iddiasını reddediyor;
yalnızca yıkma iddiası taşıyor veya yalnızca yıkma çağrısında bulunuyor.
Anarşizmin otorite düşmanlığı ve yıkıcılığı, devrimcilik değildir.
Devrimcilik, yıkıcılık değil, kuruculuktur. Şüphesiz devrim, köhne olanı yıkar;
ama daha önemlisi, yeniyi inşa eder.
Ancak
kurucular, yıkabilirler. Kuramayacak
olan, yıkamaz! Yeni devleti kuramayacak olan, eskiyen devleti yıkamaz
[NEFİS!!! fe]
Sistemi
yıkabilmek için yenisini koyabilmek gerekir. Osmanlı devletini, dağa çıkan
eşkıyalar veya Çerkez Ethemler değil, ancak Mustafa Kemaller yıkabilirdi. Çünkü
Mustafa Kemaller, yeni bir toplumun kurucuları idiler. Atatürk önderliğindeki toplum, Osmanlı devletini, yerine Cumhuriyet’i
koyabildiği için yıkabilmiştir. [NEFİS, fe] (s. 114)
Toplum,
yalnız ve yalnız yeni toplumu kuracak bir yıkıcılığın çağrılarına cevap verir;
o da eski sistemin yıkılmaya yüz tuttuğu koşullarda. Eğer toplum, tarihsel
olarak yeni bir sistemin eşiğine gelmemişse, devlet iktidarını yıksanız bile,
kuracağınız yine aynı toplumdur…. KURULACAK TOPLUM, ANCAK VE ANCAK
KURULABİLECEK OLAN TOPLUMDUR.
…..
ÇÖKEN HAKİM SINIFLARIN
ALETİ: ANARŞİZM
Anarşizm,
19. Yüzyılda köhnemiş asilzadeliğin ve yok olan Ortaçağ loncasının en umutsuz
kesimleri arasında ortaya çıktı. Fakat yıkıcılığı nedeniyle devrimci akımın içine
saklanabildi. Bu nedenle dönemim devrimcileri arasında başlangıçta devrimci
akım içindeki bir sapma gibi değerlendirildi. Oysa Anarşizm, devrimci akımın
içindeki bir sapma değil, yıkılan feodalizmin curufudur, çamurudur.
Bütün
siyasal akımlar, tarih sahnesinde bir rol oynarlar. Roller verilidir, var olan tarih
sahnesi içindedir. Tutucusu da devrimcisi de o sahnenin içindedir. Tutucunun ve
devrimcinin aktif roller üstlendikleri, kendi beyinlerine, kendi sinir
sistemlerine sahip oldukları bu sahnede, anarşist kukla olarak yer alır.
Anarşist
sistem kurmayı yani tasarımı reddettiği için kendi beyni yoktur, başkasının
tasarımına, başkasının kumandasına bağlanmıştır.Örgütlenmeyi
reddettiği için kendi sinir sistemi ve organları yoktur. İplerini başkası
oynatmaktadır. (s. 117)
Anarşizm,
siyasal doktrinler arasında kukla işlevi için üretilmiş biricik doktrindir.
Hükmeden ile hükmedilen arasındaki ilişki, Anarşizmde bir bağımlılık ilişkisi
olmaktan çıkar, bir alet olma ilişkisine dönüşür. Hakim sınıflardan birinin
oyuncağıdır anarşizm. (s. 118)...
Anarşist,
sistemi ve toplumu reddettiği için, bütün değerleri de birlikte reddeder,
aslında kendi dışında hiçbir değeri tanımaz ve sevmez, yalnız ve yalnız
kendisini sayar, kendisini sever. Bütün değerleri ve en yakınlarını bile bir
kibrit çakarak yakmaktan çekinmez. Anarşistin ne arkadaşlığı olur, ne dostluğu,
ne evlatlığı, ne babalığı. Anarşizm, her türden sorumluluğun, sadakatin,
vicdanın, bağlılığın, vefanın ve insani ilişki ve duygunun dışındadır.
Anarşist,
gerçekten alabildiğine koptuğu için, yalancıdır, sahtekardır, komplocudur,
utanma duygusundan yoksundur, yüzsüzdür. Anarşist kendisinden başka her şeyi
reddederken, bir hiç olur.
Aşırı
bencillik, aşırı bireycilik, yabancılaşmanın doruğudur. (…) Kin ve nefretle doludur. (s.123).
İnsanı
insanı yabancılaştırmada, insanı insani duygulardan koparmada, Anarşizmin eline
su dökebilecek başka bir akım bulunmaz.(…)
Siyasal akım mensupları arasında en çok anarşistlerin intihar etmesi, bu aşırı
yabancılaşmanın sonucudur.
Bütün
değerlere sadakatsizlik, bütün ilişkilere vefasızlık, Anarşizmin anayasasıdır. Anarşist
kendisine de ihanet eder. O andan itibaren hainlik ve şerefsizlik, anarşist
için biricik yükselme yolu olur. Anarşistler,
ancak kendi şereflerinin üzerine basarak yükselebilirler (s. 124).
Görevi
geleneği, günümüz anarşistlerine, 19. Yüzyıldaki babalarından miras kalmıştır; hemen
hepsi saray soytarılığı yanında, ikinci bir saray görevi daha yapmışlardır. O
da yıkılan sarayların kışkırtıcı ajanlığıdır.
Yok
olan burjuva için iki yol vardır. Çoğunluk, iş gücünü satarak proletere dönüşür.
Bir avuç denecek kadar küçük bir azınlık ise, yıkıcılık üzerinden sistemin
ajan-provokatörlüğü mertebesine ulaşır. (s. 126).
Anarşist
fikir babaları, sahneye hep kahraman edasıyla çıkmış ve perdeyi hep kışkırtıcı
ajan olarak kapatmışlardır. Devrimci halk hareketine ve sosyalizme düşmanlık,
biricik faaliyet programları olmuştur.
Anarşizm,
kapitalizmin rekabet çağında ve emperyalizm döneminde de, hep devrimci hareket
içinde kargaşa çıkartan, tertipler ve kışkırtmalarla devrimci hareketi ezdiren
bir işlev gördü. Marx ve Engels, devrimci hayatlarında hep Anarşizmle
boğuştular ve bu alanda çok önemli eserler bıraktılar. Lenin ve Mao da,
önderlik ettikleri devrimleri, Anarşizm ve benzeri cereyanların kışkırtma ve
tertipleriyle savaşarak başarıya ulaştılar. İspanya İç savaşı ise faşist Franko’nun
beşinci kolu görevini yapan Anarşizmin ihanetleriyle baş edemediği için yenildi
(s. 127).
YENİDEN…
Anarşizm,
emperyalizmin artık mafyalaştığı küreselleşme döneminde, yeniden imal edilmiş
ve piyasaya sürülmüştür.
Anarşizme,
kürsel planda işlev kazandıran olay, ABD’nin milli devletleri tasfiye ederek,
dünya imparatorluğu kurma peşinde koşmasıdır.
Anarşizme
ülke zemininde yol veren olay ise, geniş kitlelerin planlı olarak kaosun içine
itilmesidir. (s. 127).
Anarşizm,
bir yönüyle ezilen dünya ülkelerini devletsizleştirme harekatının aletidir. Bir
yönüyle de, ezilen milletleri çözme harekatının bir parçasıdır.
Ezilen
dünyada, milli devletin ve milletlerin tasfiyesi için, her türlü bölüne etkeni
harekete geçirilmekte, toplum büyük bir kaosun içine itilmektedir Anarşizm ve
onun türevlerinden olan “Sivil itaatsizlik” bu amaçla kullanılıyor (s. 128).
KÜRESELLEŞME,
ezilen dünya ülkelerinin ve hatta bazı kapitalist ülkelerin devletsizleştirilmesi olayıdır.
ABD,
küreselleşme adı altında, ezilen dünya ülkelerinde milleti birbirini bağlayan
tüm değerleri yıkma ve çözme programını uygulamaktadır. Bu amaçla etnik
bölücülük, cemaatçilik, falcılık, büyücülük, satanizm gibi feodal ve hatta
kabike toplum kalıntıları yanında, Anarşizm de kullanılmaktadır. (s. 129).
(…)
Ulusal
Kanal dışındaki bütün televizyonlar ve dergiler, sürekli olarak gençliği,
Anarşizme, vatansızlığa, eşcinselliğe, otorite düşmanlığına, aşırı bireyciliğe,
Hıristiyanlaşmaya ve her türlü yabancılaşmanın girdabına atan bir kampanya
yürütüyorlar. Türkiye gençliğini, bu topraklara, milletimize, ailesine,
tarihine bağlayan bütün bağlar koparılıyor. Kökler hoyratça sökülüyor.
Küreselleşen
mafyaya küresel bir gençlik gerekiyor. Kendi milletine, kendi halkına, milli
devletine, özet olarak dünyanın dünyanın ezilenlerine düşman, hainleştirilmiş
bir gençlik gerekiyor.
Anarşizmin,
özellikle gençlik içinde, eroinle birlkte tüketilmesi de çok anlamlıdır. (s.
130).
Anarşizm,
sefalete itilen ve ölmesinde hiçbir sakınca olmayan, üretim dışı ve işsiz geniş
kitleler için en uygun siyasal tüketim markasıdır. Mafyalaşan emperyalist
sistem, ezilen dünya ülkelerinde yüzde on çevresinde bir nüfusu
zenginleştiriyor, ve toplumun yüzde doksanını aşırı yoksullaştırıyor, sefaletin
içine yuvarlıyor. Bu yüzde doksan
oranındaki büyük kitle sistem için büyük tehdittir. Sistemin bu tehdidi
etkisizleştirmek için bulduğu çare, o kitlenin enerjisini birbirini kırmaya ve
amaçsız ve örgütsüz faaliyete yönlendirmektir. (s. 131).
SİVİL
İTAATSİZLİK
[Nefis
bir tahlil, fe]
Bugün
gerek sistemin metropollerinde ve gerekse ezilen dünya ülkelerinde anarşistlerin,
otonomların, eşcinsellerin vb grupların sözde küreselleşme karşıtı eylemleri
kışkırtılıyor ve örgütleniyor. “Küresel direniş” ve “Sivil itaatsizlik”,
aslında ABD emperyalizmine itaatin eylem biçimidir. Bu eylemler kesinlikle
kendiliğinden değildir, doğrudan doğruya sistemin merkezlerinde, SüperNATO güdümlü
gizli servisler tarafından planlanmakta ve örgütlenmektedir. (s. 132)
...Sistem,
bu küreselleşme karşıtı denen eylemlerle toplumun özellikle genç kesimlerini,
Ezilen Dünya ülkelerinde milli devlet ve orduyu yıpratmak için kullanmaktadır.
Öte yandan toplumun genç nüfusu, adeta duvarlara çarpıla çarpıla güçsüz
düşürülmekte, sersemleştirilmektedir. Örgütsüz
gençlik, bu kaos ortamı içinde fareler gibi sağa sola koşuşmakta, yorgun
düşmekte ve kaosun denetimi altında tutulmaktadır. Böylece toplumun gizil
enerjisi, emperyalizme karşı devrimci
amaçlar için harekete geçirileceğine, ABD’nin dünya tasarımının gizil gücüne
dönüştürülmektedir (s. 133)
ANARŞİZM,
bugün emperyalist mafyanın neoliberal ideolojisinin bir kolu konumundadır.
Artık
ANARŞİZM, Beyaz Saray’ın soytarısıdır. (s. 134).
(…)
Mafyokrasi. Doğu Perinçek, 2005 (2. Basım). Kaynak Yayınları
175 sayfa