Sayfalar

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak

Kitap tanıtımı, özeti: Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak, Doğu Perinçek, 2011

ABD, TSK’yı savaşmadan yenme stratejisi uyguluyor. Türk ordusunun komuta kademesi, bu stratejiye, savaşmadan yenilme stratejisiyle cevap vermiştir. 4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye’de çuval geçirilmesinden bu yana izlenen yol budur. 


SAHİPSİZ TÜRK SUBAYI

Uğur Mumcu’nun şehit edilmesinden 24 gün sonra, Org. Eşref Bitlis’in 17 Şubat 1993’te şehit edilmesiyle başlar bu süreç.

ABD emperyalizmi, TSK’nın Jandarma Genel Komutanı’nı Ankara semalarında katletmiştir ve komutanlar, silah arkadaşlarına sahip çıkmamışladır. Org. Eşref Bitlis o kadar sahipsizdir ki, adı, sözümona MİT’in yaptığı Ergenekon şemasındaki 69 ismin içinde çıkmıştır. (…)
Bugün durum daha da vahimdir. Türk Ordusu’nun kahramanları, intihar ediyor, madalyalarını yere atıp çiğniyorlar.

Basındaki manzaralara bakınız; Türk ordusu’nun teğmenleri uyuşturucu kullanıyor, seks partileri düzenliyormuş……. O onurlu teğmenlerin bunları yapmadığını GK Başkanı bilmiyor mu?  
(…)
TSK’nın savaş yeteneğini çürüten bu tertiplere “tertiptir” diyecek, bu yalanlara “yalandır” diyecek, teğmeninin ve generalinin onurunu çiğnetmeyecek bir komutan özlenmektedir.
Türk subayı sahipsiz kalmıştır.

Silivri duruşmalarına bakın, en sahipsiz, en savunmasız olanlar subaylardır. Gazetelere, televizyonlara bakın, en çok vurulanlar, en çok çiğnenenler onlardır.  Düşmanın vurduğu Türk askerinin, silah arkadaşı omzuna alır taşır, değil mi? Hayır, o şerefli askeri, komutanı yerde bırakmıştır; vurulmuş alnından tertermiz hapishanede yatmaktadır.


TÜRK SUBAYI ÖRGÜTSÜZ KALMIŞTIR.

İtfaiyecinin örgütü vardır.

Temizlik işçisinin örgütü vardır.

Madencinin, Tekel işçisinin örgütü vardır.

Eczacının, doktorun, bakkalın, avukatın örgütü vardır.

Türk subayını zulme ve hakarete karşı koruyan bir örgüt yoktur....

Biz, asimetrik harekata teslimiyet örgütünden söz etmiyoruz. Kendi ülkesinde yabancı devlet operasyonuna boyun eğmeyecek, tertibi bozguna uğratacak, Türk subayının onurunu koruyacak örgütten söz ediyoruz. Şu anda böyle bir örgüt yoktur.

Veya o örgüt vardır; ama ABD tehdidi karşısında yeraltına inmiştir. (s. 28)


Genel Kurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu 3 Eylül 1999 günü, 28 Şubat’ı “Bin Yıl Sürdürme Kararlığını” ilan etmişti. 
Bu tarihten 1,5 ay sonra 29 Ekim 1999’da Ergenekon tertibi başladı. Daha önemlisi, ABD ordusu, TSK’nın GK Başkanının açıklaması üzerine derhal Türkiye’yi işgal tatbikatı kararı aldı. 

Tatbikat, 2 yıl sonra 2002 yazında Nevada çöllerinde gerçekleştirildi. 
Türkiye’yi işgal tatbikatının adına bakınız: Bin Yılın Meydan Okuması (Millenium Challenge). Cevap bin yola bin yıl!

ABD tarihinin en büyük askeri tatbikatı, yalnız adıyla değil, her şeyiyle meydan okuyor. Tatbikat, 24 Temmuz 2002 günü, Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde başlamıştı.



ABD’nin TÜRK ORDUSU İLE 1993’de BAŞLAYAN MÜCADELESİ İLERLİYOR     (Özetle…. ss. 28 -37) :

Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 Kararı, Türk Ordusu ile ABD’nın cephe cepheye geldiği bir sürecin kilometre taşlarındandır.

24 Temmuz 2002 ABD’nin Türkiye işgali tatbikatı (“Millenium Challenge”)

3 Kasım 2002 RTE’nin ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’e ünlü mektubu (“Başbakan olmak istiyor” !!)

6 Kasım 2002 RTE, Ahmet Necdet Sezer tarafından Çankaya’da kabul edildi… [Jet hızıyla ilerlemeler..]

15 kasım 2002 Org. Hilmi Özkök, RTE’yi Genel Kurmay'ın kapısında karşıladı.

Bu arada, sır gibi saklanan,  RTE-Baykal görüşmesi

Sonuçta, anayasa değiştirildi, yasalar çiğnendi, “yargı” çalıştırıldı. Fadıl Akgündüz’ün Siirt milletvekilliği iptal edildi ve RTE onun yerine getirildi. Ve arkasından Başbakanlık koltuğuna oturtuldu. (s. 37)
(…)


YARGI SAFSATASI

En büyük yanlış, TSK’ya yapılan çok derin bir operasyonu, bir yargı olayı gibi göstermektir. 

Mesele, yakalama emrinin hukuka aykırılığı veya kaba saba uygulamalar değildir. Kafalarını bu yönde çalışanlar esir düşmüş olanlardır. 


Ergenekon, Balyoz, Kafes, Poyrazköy diye anılan uygulamalar, bir yargı faaliyeti değil, düşman operasyonudur. Türkiye’yi bölme harekatını yöneten güç, TSK’nın savaş yeteneğini birbirini izleyen ağır darbelerle zayıflatmaktadır.


ABD, TSK’yı savaşmadan yenme stratejisi uyguluyor. Türk ordusunun komuta kademesi, bu stratejiye, savaşmadan yenilme stratejisiyle cevap vermiştir. 4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye’de çuval geçirilmesinden bu yana izlenen yol budur. 
PSİKOLOJİK SAVAŞA BİLE KARŞI KONULMAMAKTADIR.  (s. 89)


ORDUYA KENDİ ÜLKESİNDE OPERASYON


15 Şubat 2004’de ULUSAL DEVLET BİTMİŞTİR


RTE’nin, 15 Şubat 2004’te beyazcamdan, “ABD’nin BOP planı içinde Diyarbakır’ı merkez yapma görevini” açıkladığı gün, ULUSAL DEVLET BİTMİŞTİR. (s. 75). Bu açıklamayı duyan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, o andan itibaren devlet başkanı olmadığını kabul etmiştir. 
O açıklamadan sonra GK başkaları TC Başkanına değil, BOP Eşbaşkanına selam vermişlerdir.
(…)

Orgeneraller Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ, Ergenekon operasyonları karşısında Cumhuriyet hukukuna bağlı kalmamışlar; iç ve dış düşmana karşı yasalarla belirlenmiş görevlerinin savunamamış ve uygulayamamışlar, dik durmamışlar, Atatürk Devrimi'ne bağlılığıyla tanınan silah arkadaşlarının tertiplerle ve uydurma kanıtlarla hapislere atılmalarına boyun eğmişlerdir. Bu teslimiyete bulunan kılıf ise "hukuk devleti" olmuştur.

Sonuca bağlanmamak için kurgulanmış uydurma soruşturma ve davaları "yargı çözer" safsatasıyla meşrulaştırmışlar ve "hukuk devleti" aldatmacasının yalancı tanıklığını yapmışlardır (s. 187)

Org. IŞIK KOŞANER Temmuz 2010'da istifa ederken yayınladığı veda mektubuyla ONURLU KOMUTAN tanımı yapmıştır:

- Komutan, silah arkadaşlarının "hukuka ve vicdani değerlere" aykırı olarak tutuklanmasına teslm olmaz.

- Komutan, TSK'nın "bir suç teşkilatı" olarak gösterilmesine boyun eğmez.

- Komutan, "her türlü yalan haber ve iftiralarla" Türk milletinin "kendi silahlı kuvvetlerine karşı" kışkırtılmasına sessiz kalmaz.

(...)

Işık Koşaner, daha önceki üç Genel Kurmay Başkanı (Özkök, Büyükanıt, Başbuğ) gibi, iktidar sahipleri önünde madalya taksınlar diye eğilmemiştir. ( s. 217)


DEVAMI ve TAMAMI için LÜTFEN KİTABI ALIP OKUYUNUZ…
TÜRK ORDUSU KUŞATMAYI NASIL YARAYACAK
Doğu Perinçek, 20011, Kaynak Yayınları

  

10 Mayıs 2013 Cuma

6 yıldır oynayan, Ionescu'yu aşan bir absürd tiyatro örneği izledim bugün


Avukatları azarlayan bir hakim... Müvekkillerinin yanında değil 30 metre uzağına oturtulmuş avukatlar... Sanıklarla izleyiciler arasında 20-30 metre,  başlangıçta ve aralarda bağırarak ya da el kol hareketleriyle haberleşme, hasret giderme..

Başlama saati, ara saati, süresi tamamen hakime kalmış yani kural, yönetmelik, plan, program yok. Salona sürekli giren çıkan izleyiciler, jandarma... Jandarma erlerinin neden 5-10 dakikada bir çıkıp, girdiklerini anlayamıyorum. Hangi sanığın ne gün hangi saatte SON SAVUNMASINI yapacağını KİMSE BİLMİYOR, sanık ve yakınları ve hiç kimse. Bu da hakime kalmış... Kafka bile DAVA'da bu kadarını düşünememiştir.

Bugün Silivri'de duruşma izledim.. Geç bile kaldım. Defalarca gidenler var. Oradakilere destek için çok önemli bu, ben maalesef geç uyandım bu duruma :(

Gazeteci olup bir kere bile gitmeyen yüz karaları var! Pes. "Gazeteciler" !

Kendinizi o altı senedir tutuklu yargılanan sanıkların yerine koyun. ALTI SENE. Dile kolay. Size isnat edilen suçlarla ilgili hiç bir delil ve suç unsuru teşkil edecek fiil yok. Ama ağırlaştırılmış müebbet isteniyor hakkınızda. İnsan hayatı bu kadar önemsiz. ..

Bu insanlara salonda birilerinin olmasının verdiği destek çok önemli değil midir sizce? O dağ başında unutulmadıklarını onlara hissettirmek. Orada altı senedir yatıyor olsanız ve tek bir kişi bile ilgilenmese... :(

Bir rezillik....Belki uzunca yazarım, belki yazmam... Avukatları azarlayan bir hakim... Müvekkillerinin yanında değil 30 metre uzağına oturtulmuş avukatlar... Sanıklarla izleyiciler arasında 20-30 metre,  başlangıçta ve aralarda bağırarak ya da el kol hareketleriyle haberleşme, hasret giderme..

Başlama saati, ara saati, süresi tamamen hakime kalmış yani kural, yönetmelik, plan, program yok. Salona sürekli giren çıkan izleyiciler, jandarma... Jandarma erlerinin neden 5-10 dakikada bir çıkıp, girdiklerini anlayamıyorum. Hangi sanığın ne gün hangi saatte SON SAVUNMASINI yapacağını KİMSE BİLMİYOR, sanık ve yakınları ve hiç kimse. Bu da hakime kalmış... Kafka bile DAVA'da bu kadarını düşünememiştir.

Sanıklar, pırıl pırıl, tertemiz, moralli, enerjik görünümdeler... Suların bile günde 1-2 saat verildiği o esirhanede nasıl böyle saçlar, başlar, kıyafetler pırıl pırıl, bakımlı, insan şaşırıyor! Ne de olsa sokaklarımız birkaç günlük sakalla ve hırpani, bakımsız dolaşan güruhla dolu!

Kalkıp bininci defa ne kadar saçma ve hukuksuz yargılandıklarını, çürüttükleri olayların son mütalaada gene karşılarına çıktığını uzun uzun anlatan sanıklar (örneğin 140 isim olan telefon rehberine 365 isim ve telf no eklenmiş, bunu ispat etmiş, kabul edilmiş... Güya. Güya, çünkü mütalaa denen ve lehte delil ve ispatları umursamayan, kaale almayan, savcının son görüş metninde, gene telefonunda kayıtlı olarak o 365 isimden bahsediliyor, bakın şunlar var telefonunuzda, demek bağlantınız var! Böyle -afedersiniz- miktiri boktan şeyler, binlerce.

İçerden yazılan kitapları okuyanlar (herkes okumalı, kendine insan diyen herkes okusun Samizdat ve Pusu'yu, hiç değilse bunları) sayısı binleri aşan saçmalıkları bilirler... 
İnsan akıl sağlığını kaybeder orada. Sanığa isnat edilen bir suç, ve suçla ilgili fiil yok. Sanık çırpınıyor "suçum ne?" diye.
Örneğin diyor ki, "312. maddeye göre diyorsunuz peki ben bu yasa maddesine karşı olarak HANGİ FİİLERİ YAPMIŞIM, NE ZAMAN YAPMIŞIM???" Cevabı yok. Kendi kendine konuş, otur. Senelerce.  Dünya tarihine geçecek bir kurmaca proje bu, bir plan... Bir senaryo, birilerinin hem de oldukça özensiz dikkatsiz yazdığı. 2003'de yazıldı denen darbe planlarında, o tarihte ortada olmayan şirketlerden bahisler.. O tarihte olmayan yazılım sürümleri... İğrençlik... Bir pislik çukuru.

Sanıklar, anayasa ve ceza yasalarının maddeleriyle anlatıp izah edip HUKUK DERSİ veriyorlar.. Savcılar ve hakimler heyeti bunları bilmez mi?!!! Belki de bilmezler.  Bir tek başkan dinliyor gibi, sanığa bakıyor, öbürleri önlerindeki bilgisayarlara bakıyorlar uzaktan anlayabildiğime göre.
Yavu, konuşan ve hiç bir suçu olmadığı halde ağırlaştırılmış müebbet isteyip hayatını kararttığınız insan, konuşurken, bari yüzüne bakın!!! Göz teması kurun. Yok. İçimden geçirdiğim sıfatları burada saymayayım. Merak ediyorum sürekli, bu savcılar, hakimler,.... nasıl bakıyorlar eşlerinin, çocuklarının, kardeşlerinin, ana babalarının, komşularının yüzüne??!!! Bu kadar da olmaz diyor insan. Bunlar nasıl insan!!! :(

Sanık, ne kadar hukuksuz; yalanlarla saçma sapan "yargılandığını",5-6 senedir esir edildiğini anlatmaya çırpınırken iki  saat içinde, azarlanıyor, avukatına söz verilmiyor, avukat da azarlanıyor, istediğini dışarı atıyor hakim...

Faşizm dedim içimden. Tam bir faşizm. Kural, yasa, hak, hukuk yok.  Vicdan yok, insanlık yok....

Arabayla dönüyorum D100 otoyolundan İstanbul'a... Saatler sürdü. Tamamen plansız bir kentleşme. Yeraltından ulaşım olmaması nedeniyle yer üstünde binlerce araba.... Her gün İstanbul'da yakılan benzini düşündüm... Arabalara ve beton yığınları. Başka bir şey yok. Elbette binalar da düzensiz, rastgele. Esas ucube bunlar.  Hepsi birer ucube. Birlikte daha bir ucube bir görünüm oluşturuyorlar. Elbette estetiğin e'si yok gözümün görebildiği, ufka kadar hiç bir noktada estetik tek bir metrekare yok! Çirkin. Alabildiğine çirkin. Mide bulantım arttı. Boş bir metrekare bırakmamacasına hala dikilmekte olan alışveriş merkezleri, siteler... İstanbul'a yaklaştıkça saatte 4-5 km hızla akarken trafik içinden nihayet eve ulaştım. Savaştan çıkmış gibiyim, her yönden...

1 Mayıs 2013 Çarşamba

1 Mayıs 2013 İstanbul, Türkiye. Faşizmin ayak sesleri çoook önceden geldi. Sağırlar duymadı.


Anlayın artık. Karşıdevrim, tatbikat yaptı gelecek günler için :(

Vatandaşlarına böyle zulüm, böyle şiddet, böyle vahşet uygulayan devlet olmamıştır. Ruanda'daki kabileleri kasdetmiyorum... Onlarla karşılaştıracak değilim TC devletini... Ama artık uyuyanlar uyansın. Anlasın. Örgütlensin. Örgütlenin. Tam anlamıyla faşist bir dikta varsa ve ülkeyi bölmüş, rejimi fiilen değiştirmiş, iş sadece hukuksal yanına kaldıysa evde oturmak, hainliktir.


GAZ YEDİM İKİ KERE! :( BUGÜN BEŞİKTAŞ ve ŞİŞLİ'de olanları yaşamış olmayanlar, eksik yaşamıştır. Faşist yönetim TAKSİM OLMAZ dedi, peki DOLMABAHÇE dedi diretmeyen örgütler. O da yasaklandı. Barbaros Heykeli önü dedi örgütler, peki dediler ya da bir şey demediler, ama sabah erkenden orada toplananlara gaz ve su sıkarak mesaiye başladılar. ...Gazı yiyen gençler kaçmadan devam ettiler. Polis biraz aşağı kaydı.. Bu arada kimi örgütler iptal etmişti toplanmaları, smslerle duyurdular. Ama gelebilen oradaydı; SENDİKALAR, CHP, TKP, halk,....vardı, giderek arttı. 


Veeee elbet polis durup dururken, insanlar orada dururken, tek adım atmazken gaza başladı...

Sadece bulundukları yerde sıkarlarken, hain kalleşler birden hareket geçtiler. Sanki Sakarya'da düşmana taarruz ediyorlar! Zevk içinde. Keyifle... 

Barbaros bulvarının Beşiktaş ucundan Zincikuyu'ya kadar, GAZ ve SU SIKARAK (gazdan göz gözü görmüyordu, hengamede elbet foto çekemedim), yukarı doğru hızla harekete geçtiler... Görülmemiş yoğunlukta gaz ve su sıkarak. Yukarı doğru koşmaya çalışan insanları, ilgili ilgisiz herkesi  perişan ettiler. Elbette sadece kaldırımda yürüyen bir sürü insan da bu taarruzda gaz yedi, yerlere düştü... Adamların umuru mu kaldırımda yürüyen "masum" vatandaş. Tam bir savaş alanı idi. Nasıl bir nefret ve hınçtır!

Araçlar taarruza başladığında hemen arkamızdaki on beş metrekare bile olmayan lokantaya girdik 10-20 kişi.. Dışarıda göz gözü görmüyordu, o gaz lokantaya da girdi elbet. Mahvolduk.. Gözlerim ve yüzüm feci yanıyordu, yüze su sürülmemesi, el veya mendille ovalanmaması gerektiğini orada öğrendim. Maalesef öyle yapmıştım az da olsa ve feci yanıyordum. . Lokantacının limonlarını aldık, adamcağız hazır etmiş herhalde çorba içecekler içindi. İyiydi adam.. Geçmeyecek sandım yanmalarım. 5-10 dakika sonra rahattım tamamen, herkes çıktı lokantadan yavaş yavaş...

Ancak polis bu sefer de yukarıdan sıka sıka aşağı iniyordu... HALK ARADA SIKIŞTI. Sabancı A. Lisesi arkasına geçenler... Fulya'ya inmeye çalışanlar.. Ben de... Her sokakta her caddede gaz yedi insanlar. Apartmanlara, hastanelere kadar girdi gaz... Kendi halkına, kesisine, köpeğine bile nefret ve hınç duyan faşistler apartman, hastane, turist, kafe demeden her yere, herkese sıktılar... Farklı sokaklardan toplaşan gruplar Beşiktaş Ihlamur Dere caddesinde sloganlarla ilerledi taa Dikilitaş'dan. İyiydi o kısım ve yürüyüş.Ancak elbet helikopterler sürekli dolanıp bakıyorlar gruplar nerede. Ulan PKK için böyle taktik gütmediniz!!! :( Bu coşkuya karşı hazırdılar, Beşiktaş Çarşının ucunda konumlanmışlar... Gaza başladılar. "Tanrım gene mi?!!?!?" dedim.. O iğrenç koku, o göz yanması, yüzünün yanması ve nefes alamama, yutkunamama gibi bir his bu sefer fena oldu, üstelik gazı direkt almamıştım.. Hangi sokağa sapsanız, o sokağın diğer ucundan da gaz kokusu geliyor, sürekli arada sıkışıyorsunuz.

Eve gelemedim epey bir süre. her yer gaz... KENDİ MİLLETİNE HANGİ POLİS BUNU YAPAR, HANGİ DEVLETTE OLUR BU??? HASTALIKLI RUHLar, VİCDANSIZLAR.  Bu ülkede kimse "polisi seviyorum, güveniyorum" diyemez. Yarım asrı devirdim, HER ZAMAN HER ZAMAN HER ZAMAN, HER YÜRÜYÜŞTE, HER 1 MAYISta, HER PROTESTOda OLAY ÇIKARAN bizzat POLİS olmuştur, ama "basın", "gruplar çatıştı, kırdı döktü" der....Elli senedir böyledir.

Faşist her zaman aşağılık bir türdür.



İZLEYİN. KORKUNÇ KORKUNÇ!!! 17 yaşındaki Dilan Alp komada. ÜŞENMEYİN SEYREDİN, GÖRÜN, İÇİM KALKTI. 

Kan görünce üşüşen köpek balıkları gibi kapının önünde!!! 
YARALI KIZI EVE ALIYOR BİR AKRABASI HERHALDE, POLİS YIĞILIYOR KAPIYA, DAHA DA BİR GAZ ORTAMDA.. YAA BU NE DEMEK, yaralının olduğu eve gaz ne demek allahın belaları! Bunlarla aynı devletin vatandaşı olduğuma utanıyorum. Bunlar dünyanın en adi yaratıkları! Yetmez ama evetçi saf ya da çıkarcılara da bir kez daha eseflerimi yolluyorum. 


http://www.youtube.com/watch?v=lGAuU89mzMY&feature=youtu.be

Polisin müdahalesi sonucu ağır yaralanan Alp’in kafa taban kemiği ve temporal bölgesinde kırığı olduğunu, Taksim İlkyardım Hastanesi’nde beyin cerrahisinde ameliyata alındığı bilgisini verdi....... Temporal bölge......KÖTÜ...



Şimdi amaçları kitleleri iyice isyan ettirerek, kışkırtarak, kanırtarak,  savaş çıkarmak. TC savaşla kuruldu, barışla yıkılamaz....

Gaza karşı yapılması gerekenleri bilahare yazacağım. 


BU ÜLKEDE HER CANLI ve CANSIZ GAZI TADACAKTIR. 


Boğazım hala garip... Öksürük yapıyor...

Not: Birileri gaz maskesi üretmeli. Gerekli. Giderek azacaklar.. Hatta kurşun geçirmez yelek de gerekecektir... 


Şimdi:
Dalga geçiyor V. ve EM.. Parklarda, sinemalarda kutlasaymışız, gönlünden geçen buymuş. Nasıl dağıtsalarmış, gaz ve su dışında yöntem yokmuş. 
Ben de diyorum ki: DAĞITMA. Ankarada, İzmir'de ve pek çok yerde dağıtılmadı. 50 senedir aynı teraneler... .DAĞITMA, SALDIRMA. Halk yürüsün, haykırsın, dağılsın. Ama amaç farklı, tabii biliyoruz. 

Ben validen utanç duyuyorum. "Hak ettiler ama dövmedik" diyor. . Hmmmm dayak neye göre ve nasıl hak ediliyor? Buna sen mi karar veriyorsun ey Raskolnikov? Onda gene de vicdan vardı.

"Dilan marjinal grup üyesi"ymiş. Hmm, demek o zaman gaza boğulması, kafasının kırılması, ambulans yerine polislerin yaralının evine bir maarifet gibi kendini bir şey sanır gibi hareketlerle eve dalıp oradakileri dövmeleri mi gerekiyor. hak etti yani. Yakında, öldürüp, ama hak etti, ama örgüt üyesi diyeceksiniz. Yazıklar olsun sizlere. Ne kadar nefret topladığınızı bilmiyor musunuz? Sizin çocuklarınız yok mu? Ailenizin, arkadaşlarınızın yüzüne nasıl bakıyorsunuz? 
Sizde hukuk devleti, demokrasi gibi kavramların tek harfini bile anlamadığınız çok açık. Ve İstanbul Valisisiniz :( .
Ben valiye inanamadım. Bu sözleri, o suratı zihnimde. :( :( :(