Sayfalar

24 Temmuz 2012 Salı

Robert Bresson (1901-1999)


Hayranı olduğum Rus yönetmen ANDREY TARKOVSKİ'nin de çok beğendiği, sinema tarihinde çok önemli yeri olan ROBERT BRESSON'un en önemli beş filmini seyrettim. 

1901'de doğan Bresson resim ve felsefe eğitimi almıştır. 1930'larda film çekmeye başlamış ancak 1951'de çektiği Bir Köy Papazı'nın Güncesi filmiyle çok yalın, sade, minimalist, bir sinema dili yaratmış ve o şekilde devam etmiştir.


Bresson'un sineması "sakin" sinemadır. "action" yoktur. Sade, yalın; insanı aşırı duygulanımlara (katarsis'e) sokmayan sahneler, yüzlerde sakinlik, fazla mimik olmaması, kameranın yüzlere odaklanmaması, geniş kadraj kullanımı, müziğin çok az kullanımı ve bunların dramatik etkiyi artıracak biçimde kullanılmamasıyla karakterizedir. Bresson'un sinemaya getirdikleri devrim sayılabilir çünkü yaptıkları o dönem geleneksel Hollywood sinemasında söz konusu bile değildir, sonra tüm bunlar iç içe geçmiştir...    


Bresson uzun planlar yerine kısa planlar kullanmıştır ve dolayısıyla kesmeler fazladır.  (Tarkovski sinema dili açısında Bresson'a çok hayran olsa da kesmeleri sevmiyor. Ayzenştayn'a (Sergei M. Eisenstein) olumsuz duygularının sebeplerinden biri budur! 







Bresson yarattığı sinema diliyle Fransız ve Dünya Sineması'nda çok önemli bir yere sahip olup filmleri sayısız ödül almıştır. Ancak, kitlelerin yönetmeni olmamıştır. Sakin sinema (bizde Nuri Bile Ceylan gibi) kitlelerin sineması olmamaktadır. 




Ele aldığı konular temel olarak, yalnızlık, hastalık, yoksulluk, acı çekme ... gibidir. 

Bresson'un seyrettiğim filmleri:


Journal d'un Cure de Campagne (Bir Köy Papazının Güncesi, 1951), Pickpocket (Yankesici, 1959),  Au Hasard Balthazar (1966), Mouchette (1967), L'Argent (Para, 1983 - son filmi) 

İdam Mahkumunun Kaçışı'nı ise muhakkak bulmalıyım!

Aldığı ödüller ve adaylıklar http://www.imdb.com/name/nm0000975/awards                  


Bir kaynaktan şu satırları aldım:

Robert Bresson dünya sinemasında çok özel yere sahip bir yönetmendir. Fransız sinemasında, aynı dönemlerde ürün verdiği Fransız Yeni Dalgası yönetmenlerinden farklı bir yerde, kendisine has ve tek başına ancak kategorize edilebilecek özel bir yerde durur. Yarattığı çok özel stille kendisinden sonra gelen birçok yönetmene örnek olmuştur. 


Sinemayla ilgilenen çoğu insanın adını bile duyunca saygı göstermesine karşılık filmlerinin sinema eleştirmenleri tarafından dahi çok bilindiğini söyleyemeyiz.


Toplam 14 filminin çoğunu başyapıt olarak değerlendirebiliriz. 


Bresson filmlerinin en önemli özelliği ulaşılması zor sadeliğidir. 


Oyuncu seçimlerinde profesyonel olmayan oyuncuları yeğleyen ve oyuncuların oynadıkları rolde duygusallığa izin vermeyen bir yönetmen olan Bresson’un filmleri bu açıdan çok nevi şahsına münhasırdır. 
Kamera hareketlerinde, seste, müzikte ve oyunculuklardaki bu tutumluluk Bresson’un, hayatı “nasılsa o şekilde ve tüm sadeliğiyle” kavrama isteğinden kaynaklanır. Sinema dili, sinemada minimalizm olarak da değerlendirilebilir.


Bir röportajında hayatın içindeki basitlik ve sıradanlıkta, Tanrının adını anmaya gerek duymadan O’nun varlığını görmenin öneminden bahseden Bresson için tüm filmleri böyle bir arayışın sembolü mahiyetindedir. Bu yüzden Bresson söz konusu olduğunda, onun filmlerini salt estetik düzeydeki minimalizmiyle değil, bu minimalizmin sebeplerini, yani Tanrıyı hissetmek ve hissettirmek isteyen bir insanın çabaları olarak görmeliyiz. Bu anlamda Bresson, seyircisinden de aynı şeyi talep eder. Filmin ruhsallığına katılabilmek için de belki Tarkovsky filmlerine benzer şekilde bir teslimiyet ve ruhsal olarak filmdeki yaşantıya katılmak gerekir.
Bresson, filmlerinde özellikle ilk dönem birkaç filmi hariç hep amatör oyuncular kullanmıştır. Bunun sebebini ise, profesyonel oyuncuların filmin istediği ruhsallığa, duygusal atraksiyonları yüzünden katılamamaları olarak gösterir. “Model” adını verdiği oyuncular onun için filmin içinde bulunduğu ruhsal atmosferin modelleridir, başka bir şey değil! Duygusallığın uzağında bir oyunculuk anlayışı Bresson’un çok kendine has özelliğidir. Bresson’a göre filmin ruhsallığı ancak ve ancak duygusallığın uzağında ve üstünde gerçekleşebilir. Duygusallık ise ruhsallığın önüne set vuran (aynen Hollywood filmlerinde olduğu gibi) bir engel gibidir Bresson için.
Filmlerimi yaparken ne yapacağım üzerinde çok fazla düşünmem; sadece açıklamaya kalkmadan bir şeyleri hissetmeye çalışır ve bunu yakalamaya çalışırım…Düşünmek çok korkunç bir düşmandır. Sanat yaparken zekanı kullanmak yerine, sezgilerini ve kalbini kullanmalısın!” diyen bir yönetmen için seçtiği biçimin de bu fikre uygun bir biçim olması kaçınılmazdır.
Filmlerinde dramatik kurguyu çok önemsemeyen, klasik kamera açıları yerine mesela insanların ellerine, ayaklarına ve yaptıklarına odaklanan, genelde hareketsiz, bel hizası bir çekimi yeğleyen Bresson, bu özellikleriyle hemen fark edilen bir stile sahiptir. 


Görüntülerdeki tutumluluğu ve sadece “gerekli” görüntüleri aktarmak isteği, onun kesimlerini sadece gerekli yerlerde yapılması gereken bıçak gibi keskin anlatım imkanları olarak görmemize sebep olur. “Gördüğünü senin gördüğün gibi gören ilk insan sen ol” diyerek aslında hayatın bir kere oluşmuş bir halini aktarmak ister Bresson. 


Bu anlamda, nesnelere ve onların, kişilerin yaptıklarıyla ilişkilerine özel bir önem verir. “Sinematograf Üzerine Notlar” adı kitabında herkesin koşuşturup durduğu ama aslında yavaş olabilen filmlerden ve hiç kimsenin hareket etmediği ama içinde hareket olan filmlerden bahseder. Kendi filmleri de işte normalde yavaş ilerleyen ama insanoğlunun kadîm problemlerine eğildiği için çok yoğun bir içsel düşünceyi ve hareketi çağırırlar. Çoğu filminde diyalog açısından da minimal bir tutum izler Bresson. Sadece “gerekli” olan görüntünün, sadece gerekli olan diyalogları söz konusudur filmlerinde fazlası değil!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder