Sayfalar

2 Ağustos 2012 Perşembe

Andrey Tarkovski - III: Ayna Filmi İzleyici Mektuplarından...

Bu ve bundan sonraki Andrey Tarkovski (AT) yazılarım, kitaplardan alıntılarla oluşacak... Bana ait cümleleri bu yazı karakteriyle ("arial")  yazacağım. Alıntılar "georgia" ile. Yararlandığım kaynakları yazının sonunda veriyorum. Hem etik açıdan hem de isteyenlerin bu kaynakları bulup okumaları için. Birkaç kişide de olsa, birilerinde AT merakı uyandırırsam mutlu olacağım. Neden? Bilmiyorum. 

Şu cümleyle başlamak istiyorum, şu anda konuyla alakasız da olsa: 

"Benim bütün ilgim, görünüşte dingin, ancak esiri oldukları ihtiraslar yüzünden içsel gerilimle dolu karakterlere yöneliktir". 
(Mühürlenmiş Zaman, s.5)



AYNA (Zerkalo, 1975) filmi Moskova'da ilk gösterildiğinde gelen izleyici mektuplarının birkaçından alıntılar:


"Filminizi bir haftada dört kere izledim. Sinemaya gitmekteki amacım, filmi seyretmek değildi. Birkaç saat olsun gerçekten yaşamak, hayatı, gerçek sanatçılar ve insanlarla paylşamaktı isteğim... Her şeyi, bana acı veren, eksikliğini duyduğum, özlemini çektiğim her şeyi, beni bunaltan veya sevindiren, beni mahveden ya da bana yaşama gücü veren her şeyi filminizde bir aynadan izledim. Benim için ilk kez bir film gerçekliğin ta kendisi olmuştu. İşte bu yüzden gidip gidip filmi seyrediyorum. Onunla ve onda yaşamak istiyorum.  ( Mühürlenmiş Zaman, s. xv)
(Burada anlatım, algı, yorum ne kadar muhteşem..)


"Ne zevksizlik, ne saçmalık! İğrenç bir şey! Bence filminiz tam bir fiyasko. Seyirciye biraz olsun yaklaşamıyor bile!" ( Mühürlenmiş Zaman , s. x)


"Tarkovski'nin filmsel malzemeyle nasıl olup da felsefi açıdan bu denli derin bir yapıt ortaya çıkarabildiğini kavramakta güçlük çekiyoruz. Sinema seyircisi alışmıştır, gittiği filmde bir öykü, bir eyleme, kahramanlar ve genellikle bir mutlu sonla karşılaşmayı bekler (...)
Bu filmi hiçbir iddia taşımadan, öylesine izleyin ve kendinizi Bach'ın müziğiyle Arseni Tarkovski'nin (AT'nin Rusya'nın en büyük şairlerinden olan babası) şiirlerine kaptırıp gidin! Tıpkı denizleri, güzel bir manzarayı izler gibi. Matematiksel bir mantığa bu filmde rastlayamazsınız." ( Mühürlenmiş Zaman , s. xi)


"Filme nasıl yaklaşacağımı bir türlü bulamadım. Hem içerik hem de biçim olarak bana hiçbir şey anlatmıyor. Oysa sinema konusunda hiç de cahil sayılmam....." (Mühürlenmiş Zaman, s. xi)


"Mektubum sebebi, Ayna, söz söylemeye bile cüret edemediğim, ama içinde yaşadığım bir film bu".  


"Filminiz Ayna'yı izledim. Hem de sonuna kadar. Biraz olsun bir şeyler anlayabilmek, kişileri, olayları, anıları bir şekilde birbirine bağlayabilmek için samimiyetle kendimi zorlamaktan ilk yarım saatte başıma ağrılar girdi.." ( Mühürlenmiş Zaman , s. ix)




Ben de bu son yorumdaki gibi, Ayna'yı hiç anlamamıştım. Fakat AT'nin yazılarını, kitaplarını okumaya başlayınca bu filmin otobiyografik olduğunu, onun ailesinden, yaşamından kesitler vediğini, bu bakımdan kendisinin bu filmi çok sevdiğini öğrendim. 


Okuyucu mektuplarından alıntılar yaptım yukarda, okudunuz... O zamanlar eposta falan yok, ama seyirciler üşenmeyip mektup yazıyorlar... Ne hoş. Bizde ise insanlar iki tuşa basıp bir cümle bile etmiyorlar maalesef. 


Ve şaşırdığım şu oldu, aslında şaşırmamak gerekir Sovyet vatandaşlarının yüksek kültür ve eğitim düzeyleri düşünüldüğünde: mektuplarda, duygu ve düşüncelerin ifadesi çok güzel yapılmış. Bizde kimi forumlardaki Türkçe ve ifade kıtı "yorumları" düşünüyorum da... "Bilmemkim oynuyor, bu filme gidilir" gibi. Ya da "çok güzele benziyor, gideceğim". "Siyasi bir film olsa da izlenir"!!!


En kısa zamanda başta Ayna olmak üzere, tüm AT filmlerini baştan izleyeceğim. Onlar birer şiir. Birer görsel şölen. Şölen derken Fellini filmlerindeki kalabalık, karmaşık, gürültülü, tantanalı sahneleri değil; sakin, sessiz, muhteşem bir görsellik kasdediyorum: Benim için, bu filmlerin kendilerinin hissettirdiği duygular dışında, ya da bunlara ek olarak (artık hepsi karışıyor), hayatını ve kişiliğini okuya okuya, belgesellerde dinleye dinleye öğrendiğim, konuşmasını, mimiklerini seyrettiğim bu büyük yönetmene  hissettiklerim de ekleniyor; onun  yaşarken çektiklerine empati, isyan, üzüntülerle olduğuna inandığım hastalığı ve erken ölümüne duyduğum üzüntü, kolaylıkla, birkaç cümleyle açıklayabildiği derin düşüncelerine, fikirlerine hayranlığım da ekleniyor. Yani sadece filmi izlemiyorum... Bu da pek iyi ve doğru sayılmaz, ama böyle.  


(Tarkovski muhalif değildi, Sovyetlerdeki rejim aleyhine konuşmuş, yazmış değil; filmleri de böyle değil. Ancak filmlerinde maneviyat, spirütüellik, insanın açmazının bilim ve teknolojinin ilerlmesine karşın iç yolculuğumuz ve maneviyattan uzaklaşmak, bilimdeki ilerlemeler ile maneviyat arasında giderek açılan uçurumdan dolayı olduğunu savunuyor sürekli. Yani muhalif değil. Devlet, hükümet aleyhine tek sözü yok. Ayrıca ülkesini muazzam şekilde seven bir insan. İtalyan televizyonun davetlisi olarak İtalya'da çektiği NOSTALJİ isimli filmde bir Rus'un ülkesinden uzakta çektiği nostalji duygusunu ve orada rahat, mutlu olamamasını, üretememesini işler. Bu tema, onun kaderi olacaktır.
Mujhalif olmamasına rağmen, olasılıkla, rejim yanlısı filmler çekMEdiği için, ve/veya Devlet Sinema bakanlığı/kurumu tarzı senaryolara onay veren, filmi çekme izni veren, malzeme ve stüdyoları veren, film bittikten sonra kontrol eden, sinema salonlarına çıkıp çıkmamasına,  festivallere katılıp katılmamasına izin kurumlardaki bürokratların ve yönetmenlerin onu sevmemesi, çekememesi etkendir  olağanüstü kapasitesi ve kafasındaki projelere rağmen 20 senede sadece 5 film yapmasına izin verilmesi. Muhalif olması yüzünden değil.  



Şiirleri, öyküleri beğenirsek defalarca okumaz mıyız? Ya da sinemaya en yakın sanat dalı müziği (İsveçli dünyanın en büyük yönetmenlerinden Ingmar Bergman böyle söylüyor),, yerden göğe haklı) defalarca dinlemez miyiz? Görsel insanlar için de sinema vazgeçilmez bir sanat... vazgeçilmez bir deneyim. Güzel filmler, ya da en azından güzel sahneler defalarca izlenebilir (Akira Kurosawa'nın "Ran" filminin açılış sekansını izlemem gibi... Onun verdiği hisleri anlatamam. Ama beklentiye girmeyin. Bana böyle oluyor, size olmayabilir)


Evet, sinema, "şiirsel sinema" denen sinema, şiir gibi. Açıklanamaz. Şair burada ne demek istemiş denemez. Ne duyumsarsanız o. Resim de öyle. Ressam ne demek istemiş derler sergi gezerken.. Ben böyle şeylere takılmam. iyi / doğru yapıyormuşum. Bu benim düşüncem. Bana birtakım hisler veriyorsa, iyi kötü duygular duyabiliyorsam, odur. herkesin deneyimi/yaşantısı ("experience") farklıdır. Herkes için yarattığı çağrışımlar farklıdır. 


AT'ye dönelim... 


Andrey Tarkovski 4 Nisan 1932'de doğdu (29 Aralık 1986'da Paris'te akciğer kanseri nedeniyle hayata veda etti :(     ).

Babası ünlü Rus şairi Arseni Tarkovski. Annesi Maria Ivanovna. Kardeşi Marina, AT'den üç sene sonra doğmuştur. Tam o sıralarda baba evi terkeder. AT'nin hep yazdığı ve belgesellerde söylediği gibi, hayatı baba özlemiyle geçmiştir. II. Dünya Savaşı'nın başladığı o günlerde ve sonrasında anneleri sürekli çalışarak iki çocuğuna bakar. savaş yıllar zorluklarla, açlıkla geçer... 



Bir süre Doğu Dilleri okuyup bırakan, annesinin kötü bir arkadaştan uzaklaşması için yolladığı Sibirya'da jeolog olarak bir sene çalışan AT, annesinin de yönlendirmesiyle sanatçı olmaya karar verir; 1954'de VGIK Moskova Devlet Sinematografi Enstitüsü'ne kabul edilir.  Mihail Romm'un öğrencisi olur. Hocasına hep çok büyük saygısı vardır: "Bana kendim olmayı öğretti, ona çok şey borçluyum" der. Daha önce, piyano ve resim eğitimi de almış olan AT çalışacağı sanat alanını sinemayı olarak seçmiştir. 


Devamı var... Andrey Tarkovski - IV: "Şiirsel Sinema" 


Kaynaklar


* Mühürlenmiş Zaman. Andrey Tarkovski. 2007. Agora Kitaplığı
  (1985'te basılan   Almancasından   çeviri: Füsun Ant) 

Şiirsel Sinema. Derleyen: John Gianto. 2007. Agora Kitaplığı (İngiltere'de 2006).
  Tarkovskiy ile yapılan röportajlar.. Filmleri, görüşleri, yaşantısı hakkında pek çok bilgi içeriyor,
   kendi ağzından... Çeviri: Ebru Kılıç.

Zaman Zaman İçinde. 1994. Andrey Tarkovski - Günlükler: 1970 - 1986. AFA Yayıncılık. 
Tarkovski'den Sinema Dersleri. 2012. Derleyen, çeviren: S. Aslanyürek. Agora Kitaplığı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder