Sayfalar

12 Ekim 2012 Cuma

ARAF - Yeşim Ustaoğlu - GENÇ KIZLAR ve ERKEKLER de izlemeli.

Genç kızlar (ama neden kızlar, erkekler de) bu filmi muhakkak izlemeli; Çekip giderken, o kız neler yaşayabilir'i görün...

Aşağıdaki yazıyı 12 Ekim'de yazmışım.. Bugün 7 Kasım... Hala aklıma geliyor film ve giderek daha çok beğenmiyorum (garip bir cümle oldu sanırım). İlk 15 dakikası güzeldi, değişik ve pek hoş bir film habercisi gibiydi. Sonradan 3. sf haberleri gibi oldu. İlk 15 dakikadan koptu. Gerçek dışı, kasaba kültürüne uymayan şeyler de vardı (aşağıda yazılı)...Buna daha fazla zaman ayırmayacağımdan çalakalem yazıyorum; gerçekten de kötü bence... Finali ise... tamamen çok kötü...

Ben allı pullu sözler yazamayacağım film hakkında. "Eleştirmen" değilim. Zaten herkes aldığını, algıladığını yazar. Evet. Genç kızlar izlemeli. Elbet erkekler de.

Yeşim Ustaoğlu'nun Pandora'nın Kutusu'nu çok beğenmiştim ve benim için en iyi Türk filmleri listemde en başlardaydı. Seyrettiğim sırada görüşüm buydu.  Altın Koza'da yarışan Araf filmiyle ve En İyi Film seçilmemesi ile ilgili yönetmenin ve diğer bazı kişilerin yorumlarını okuduktan sonra muazzam bir filmle karşı karşıya olacağımızı düşünerek Ege ile sinemaya koştuk.

Başlangıçtaki argo rahatsız etti. Böyle bir filmin argo, yakası açılmadık argolarla başlaması. Ne gerek var? Gereksiz, anlamsız bana göre.

Sonra film karlı, rüzgarlı bir şehirlerarası yolda giden bir aracın iç camından çekilmiş görüntülerle, camlardaki buğu ve bunların arasından yavaş yavaş süzülen su damlalarıyla çok güzel ilerliyor. "Evet herhalde çok hoş bir filmle karşı karşıyayım" diye hazla koltuğa gömülüyorum.

Şehirlerarası yollarda bulunan mola yerindeki yemek verilen banko ve arka taraf (mutfak) arasındaki koşuşturmacaların çekimleri çok güzel, pek de bilmediğimiz bu alanlardaki çalışmalar, zorluk, uykusuz çalışanların yükü, yorgunluğu bizi çarpıyor... Sabah sabah uykulu gözlerle servis beklemeler, eve gitmeler.. Orada ayrı sorunalr... Bazılarının yaşamı ne kadar zor diye geçiriyorum içimden.

Giderek karakterleri tanıyoruz, burada çalışanları, aile durumlarını... Kasabayı.... Ama derken, cinsel çekimden ibaret bir aşka odaklanıyor film, yan karakterleri tam bırakmasa da... Aşk zaten cinsel bir çekim değil mi? Bu yaşta böyle düşünüyorum, gençken de çokça böyle düşünürdüm. Basit bir hormonun bizi felaketlere sürüklemesi, pek çok kızın başını yakması ne acı, ne feci. Yaradan neden böyle istemiş ki. Ne çok kız hamile kalır, aile meclisi öldürür, ya da kız merdivenaltı kürtajda ölür, ya da intihar eder.. Ya da doğurur, öldürür, atar, jandarma yakalar: Bunlar büyük travmalar. Bir kerelik haz, hayatını alır götürür. Korunma da bilinmez elbet. Bilse de umursamaz zaten gidecek olan erkek :(

Kart adamların kızları  yaşındaki kadınlara/kızlara cinsel eğilimler, onları baştan çıkarmaları, "karşılıklı" olsa bile "aşk"ları beni rahatsız eder. Araf'ta hemen hemen karanlıkta geçen ama gayet iyi algıladığımız, genç biri için karşılıklı aşk gibi duran şey benim için zavallı kız ve baştan çıkarıcı erkekten ibaret. Bu bakımdan o sahnede vah vahlanıyorum, rahatsızım. Ama gerçek evet. O anda "kız hayatını mahvetti" dedim büyük bir üzüntüyle. Hemen her dediğime karşı çıkan oğlum allahtan "nereden biliyorsun, her şeye karşı çıkıyorsun" falan demedi.

Klasik öykü... Filmin öyküsünün yazılmasını sevmem tanıtım yazılarında; tüm filmi öğrenmiş olur seyreden.  Buna özen göstererek yazmaya çalışıyorum, ama... zor olduğunu da kabul etmek gerek...

Adam gider, yoluna devam eder, kız bekler bekler bekler... Böyledir...

Ve evet ÇOK gerçekçi bizim de elbet nutkumuzun tutulduğu o trajik, şok edici sekans. En İyi Sanat Yönetmeni ödülünü Osman Özcan bundan dolayı mı aldı acaba? Bilemiyorum sanat yönetmeni tam olarak ne demek, bildiğimi sanıyordum oysa bu filme kadar..

Kimilerince --tabii herkes kendi aldığını, algıladığını yazar - gerçekçilik denmiş, sınıfsallık sözleri edilmiş...
Ben başka açıdan bakıyorum, filmde en gerçekçi olmayan ve benim filmden kopmama neden olan sahne. Toplumumuzda hele ki bir kasabada, değil nişanlı, birbirini tanımayan bir kızla bir kart adam gecelesin diye aynı odada bırakılır mı??? Bu olur mu!!!

Ayrıca, bundan bir adım öncesi, düğün sahnesi... Dakikalarca kızı sarmalamış, nefes aldırmadan dans ediyor adam.. Ongun yan bakıyor, ama o kadar, bir kasaba delikanlısı "bırak lan kızı" demez mi? Diğer misafirler, ahali rahatsız olmaz mı, herkes bakıyor, o kadar. Bunlar gerçekçi değil, doğal değil...

Fakat nasıl anlatmalı, Neslihan.. o kadar o kadar doğal ki. Gerçekçi ki. Oynamadan oynuyor. Umut Veren Oyuncu Ödülü'nü sonuna dek hak etmiş. Nihal Yalçın da... Şu anda sinemamızdaki en başarılı oyuncu kanımca.

Başta da dediğim gibi film girişteki "heyecanlı", akıcı çok kahramanlı ve çeşitli sorunları olan kasaba ve kasabalıyı adeta bırakıp, ritmi kaybedip bu cinsel aşka ve akabindeki trajediye odaklanıyor....

Onlarca yıldır Türk filmlerinde bildiğimiz öykü evet, çok çok çok gerçek şekilde veriliyor, çok zor bir çekim olmalı tuvalet sahnesi. Ve Neslihan müthiş.

Gelelim sonunun eleştirisine. Ben kimi yazarlar gibi "olgunlaştılar bir araya geldiler" demiyorum. Ne kadar sevgileri vardı ki. Kız oğlanın asılmalarına, kurlarına mahzun-kızgın-memnun "amaaan git başımdan" diyordu...

Sonunda "kurtuluş" için ona sığınması...Bu evlilikten hayır gelebilir mi? Oğlan, olan biteni kızın başına kakmadan bir gün geçirebilirler mi? Sonra başlar itme, kakma, dayak....

Bu kadının tek başına ayakta duramayıp erkeğe sığınması -- evet da çoğunlukla böyle olur, gerçekçi o bakımdan -- ama rahatsız oldum, karşıyım; bu son, bana Şerif Gören'in -- Gizli Duygular mıydı adı?--               filminin --o yaşımda (1984) çok güzel bulmuştum! sonu hariç -- Müjde Ar'ın sokağa çıkıp başka bir delikanlı bulup onunla taksiye binmesi ile film çuvallıyordu. Şaka gibiydi. O yıllarda "kadın" filmleri yapılıyordu, ancak bu filmde kadın, çivi çiviyi sökerle "kurtuluyordu". Olmaz ki! :(

Araf'ta da buna benzer oldu...

Derya'ya gidip bir hayat kursa... İdeali belki buydu; içimden geçen. Ama gerçekçi olur muydu?

Sonra... burada Tarkovski'nin sanata, sanatçıya dair sözlerini etmeli de kitap açmam gerek, irticalen yazamayacağım.. Ama şunu demek isterim sanat bu kadar gerçekçi mi olmalı??? İzleyene birazcık da olsa umut vermemeli mi? Gerçekleri biliyoruz, ve her gün gazeteyi açtığımız bakıp kahroluyoruz zaten. O zaman amaç ne Ali Şimşek hocamın "ağır gerçekçi" dediği filmlerle? Haneke'nin Funny Games'inde de şiddet hakkında da benzer şeyi tartışmıştık.

Haaa ama bu filmi, evet kızlar erkekler seyretsin de bir anlık ve de korunmasız hazdan neler olabilir, oluyor, tam olarak öğrensinler. Bana göre, bu açıdan faydalı ve başarılı bir film... de kaç kişi izleyecek :(


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder