Sayfalar

20 Ekim 2012 Cumartesi

İspanyolca kursu, paylaşmak, facebook, Bahman Ghobadi

Bugün, neredeyse gitmeyecektim İspanyolca kursuna. "Hayatımda bir kere de bir dersi kaçırayım" dedim! Evet, ne ilkokulda ne ortaokulda ne lisede ne de üniversitede bir dersi bile kaçırmadım; hadi abartmayalım belki üniversitede bir iki ders olmuştur! Ama fazla değil.

Evde şahane bir İran filmi izliyordum (Serçelerin Şarkısı) ve blogumda ya da feysbukta bundan nasıl ve hangi kelimelerle bahsedeyim diye düşünerek kah gülerek kah gözlerim dolarak... Giderek kapanan  ve yağmur yağdı yağacak havada kanapeye yayılmıştım.. Akşama dek 3-4 film izlerim diye aklımdan geçiriyordum ki on dakikada hazırlanıp çıktım... Yürüyüş de yapmaktı amacım. belki de bugün temel amacım buydu. Doktorlar her gün en az yarım saat yürü diyorlar, ben pek çok gün evde oturuyorum, çikolataları da götürüp sonra her sabah tartıya çıkıp kilo vermiş olmayı umuyorum ki elbet böyle bir şey olmuyor.

Etiler'deki Dernek'e kadar yürüdüm Evden tam yarım saat, çok hızlı ve ritmik yürümek kaydıyla.

Ders başladı... Allahım. Artık yaşlanmışım, hoca sanki çok hızlı gidiyor... Defterlerim, kağıtlar üzerindeki notlarım ve kitap ve de adamın dağıttığı alıştırma kağıtları içinde yetişmeye çalışıyorum kan ter içinde!

Haftaya bayram, ders yok. Bir sürü ödev verdi. Zaten yaptıklarımızı gözden geçirmek ve temize çekmek baya iş...

Evet yürürken yahu dedim, beynimi çalıştırayım diye bu kadar zorlamak iyi mi? Bilemedim. İlerde beyne bilgileri zerketmek muhakkak ki olacak ama henüz değil (beyindeki sinir hücrelerinin (nöronların) birbirine bağlanmasıyla öğrenme oluşur. Ne kadar görür, öğrenir, bilgilerinizden yeni bilgiler üretirseniz nöron bağlantılarınız artar... Doğdugunda çocuk, çok azdır nöron bağlantıları, büyük bir hızla artar. Ama tabii çocuğu bir yere kapatır ve hiç bir uyaran ile karşı karşıya bırakmaz iseniz, oluşmaz; beyni gelişmez, bu bakımdan otoban kenarlarında büyütülen, veya arabasına konup güya gezdirilen ama önüne bir battaniye, örtü örtülen çocuk he hava alamaz allah o anabablara akıl versin hem de çok çok az uyaran ile karşılaşır beyin gelişmez, bunlara çok üzülürüm, veya kreş yerine evde bakıcı ile baş başa bırakılmak... veya pek az oyuncağı olmak, ve/ya evde şuna buna elletmemek, bunları o çocuğun nöron bağlantıları oluşturma kapasitesine, potansiyeline ket vurur! So, be careful!). Eğitim öğretim işleri zorlu. Zor, uzun... emek istiyor. Öğrenmekten hep zevk almışımdır ama son 1,5 senedir alamıyorum! Maltepe'deki kadın dekan baydı, soğuttu beni her şeyden, öldürdü tüm motivasyon ve öğrenme araştırma zevkimi. Kabustu. Psikoloji profesörü! Öhö öhö... Şimdi başka üniversiteye gitmiş sanırım başka insanları da sinir etmek için / baymak için / üzmek için / küçük görmek için...

Eve geldim.. Film kaldığı yerden izlenecek, çok az kalmıştı, sonra iki İran filmi daha izlerim.

Kendimi, oldum bittim, yalnız hissederim. Bu yalnızlık meselesini taaa ne zaman psikiyatr ile konuşmuştuk. Aslında sayınca insanları, belki yapayalnız değilim. Ama esasen benim kasdettiğim yalnızlık; yani derdim pek çok şeyi paylaşacak kimse bulamamam. Yüzlerce film izliyorum, Tarkovski, Ozu, Bunuel, şu bu, şimdi Ghobadi, Kiarostami... Kimle konuşacağım bunları.. Yok.. Kitaplar okuyorum, müzikler dinliyorum, paylaşacak kimse var mı? Yok. Benim hayatım hep böyle oldu. Yanlış insanları mı arkadaş yaptım?!?!? Şimdi artık baya bi okuyucusu olan bu bloga yazmakta bir beis görmüyorum içimi dışımı, yazmalıyım, hiç değilse bunu yapmalıyım. Ancak, maalesef en yakın, en yakın  arkadaşım olan birkaç kişi o kadar istememe, arzu etmeme, söylememe, anlatmama rağmen fb izlemiyorlar. Diyorum ki "siz fb'ye bakmadıkça, örneğin resimlerimi görmüyorsunuz, Bozburun'da, NYC'de ne yaptığımı görmüyorsunuz,  Ege ODTÜ'yü kazandığında o an ve o gün neler hissettiğimi bilmiyorsunuz, çünkü o yazımı okumadınız, okuduğum kitapları ya da çeşitli konulardaki düşüncelerimi bilmiyorsunuz. Size, her birinize tek tek her gün telefon açıp da bunları anlatamam ki..Aynı şey sizin için de geçerli. Telefonu nasıl kullanıyorsanız fb'yi neden kullanamıyorsunuz?? Anlayamıyorum. IBM'de çalışmış olup --yani teknololojiye hele de bilgisayara çok yakın olan /olmuş kişilerde de var bu direnç... Garip... Ben ayak uydurdum doğrusu... Konuya dönersem, fb özürlüsü, çağa ayak uydurmakta direnen bu dostalarımla görüşemiyorum, paylaşamıyorum; çünkü malum İstanbul koşullarında  ayda yılda bir görüşülüyor zaten.

Aslında bu fb konusunda onlara "ısrarımı" Ege netleştirdi. 19 yaşındaki çocuk bu insanların bir türlü anlamadığını (!) bir cümleyle özetledi: sen paylaşmak istiyorsun !!!!! Şaşırdım... Bravo dedim. Evet, ben paylaşmak istiyorum onun için habire onların fb izlememesine takılıyorum. Ama bu sözcükle ifade etmemiştim hiç. "Onlar paylaşmak istemiyor mu hiç bir şeyi acaba?" diye sordum Ege'ye. Düşündü bir iki saniye: "Herhalde istemiyorlar, herhalde öyle bir ihtiyaçları yok" dedi....

Akıllı çocum... Ama o da "terketti" beni. Liseye başladığından itibaren böyle. Yaşamın bir gerekliliği tabii, kendi hayatı var, büyüyor, gelişiyor, ana dizi dibinden kopuyor, koptu. Elbette. Ankara'ya gittiğinden beri de iyice koptuk :( Eskiden o İstanbul'da iken gün içinde bir sürü kısa mesaj gider gelirdi aramızda, şimdi, çok seyrek attığım sms'lere bile yanıt yok :(   ). Hayat....

Entellektüel düzeyde paylaşım yapabileceğim kimi kişiler var elbette. Ama biri hep seyahatte. Sayısız yurt içi ve dışı seyahatler... farklı arkadaşlar... "Ben de yalnızım" derdi, ama kanımca değil. Şimdi de ailesinin yanına gitti. Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı o da güya beni sever, ama hiç hiç hiç zamanı yok! Buna inanmam. Aynı şehirde insan zaman bulur. Zaten yazılarıma da bir geri bildirim vermez.."Beğen" bile yapmaz. Yanlış kişileri arkadaş bellemişim ben... Geçende de bir arkadaş küstü bana. Onu da belki bir gün yazarım. İki senedir her görüşmemizde saatlerce dertlerini dinlerdim. Oğluyla ilgili olarak yaşadıkları sorunlara bir eğitimci olarak söylemem gerekenleri defalarca söylüyordum, açıklıyordum... Onun yüklerini yüklenip daralıyordum doğrusu ben kendi yüklerimle yüklüyken. Aramazdı da zaten... Geçende konuştuk; bencilmişim ve anlamaktan çok uzakmışım!!! Allah allah... ve de oha!

450 küsür "arkadaş" yaptım kendime  fb'de. Onlar belki okur diye bir şeyler yazıyorum, ama kimseden yorum da gelmiyor. Tek tük... İletişimi bilmiyoruz kabul edelim. İletişim denen sistemin alıcısı vericisi mesajı vardır ve diğer bir olmazda olmaz öge geri bildirimdir. Geri bildirim (birleşik mi ayrı mı yazılır şimdi kontrol edemeyeceğim) mesajı verene, mesajı alanın bir şey demesi, bir mesaj vermesidir. Verilmemesi iletişimi bozar. İletişim olmaz. Sağda solda bazen bir tanıdığın yanında biri oluyor, tanışmıyoruz esasen.. Orada adlarımızı söylediğimizde, "aaa sizin yazılarınızı okuyorum, beğeniyorum" diyor, çok teşekkür ediyorum ve bazen diyorum ki "keşke bir yorum yazsaydınız da, ben de anlasaydım birileri okuyor diye mutlu olaydım...." . Bir iki kelime geri bildirim vermeye üşeniyor muyuz, ben bunu anlayamıyorum.. Beğenmek şart değil ki, beğenin demiyorum ki, zaten çalakalem yazıyorum: beğenmedim, katılmıyorum, beğendim... vb... tek kelime bile olsa bir şey yazılabilir. Ben illaki herkese bir geribildirim veririm, çenemi tutamam.....

Yorum yapan, "beğenenlerle" daha yakın oluyor insan fb'de değil mi! Sanıyorum fb'nin duvarınıza astığı paylaşımların algoritması da buna göre. 450 kişinin yüzlercesinden tek  bir paylaşımları bile gelmiyor duvarıma. Beğenme olmadıkça onlardan bana, benden de onlara gitmiyor belki. Aslında arkadaşlık kavramını fb doğru ve güzel özümsemiş sanki!! :) Bu durumda 450 .... laf ola bir sayı. On-yirmi kişi ile temastayız...

Amma farklı konulara daldım, çıktım.... Şimdilik kesip, filmlerime dönüyorum. Söğüt Ağacı'nı izliyorum...Nörolog Oliver Sacks'ın kitabındaki vakalardan birini anımsattı. Doğuştan ya da çok küçük yaştan beri kör olan biri, günün birinde gözleri açıldığında korkunç bunalım geçiriyor... öyle eski Türk filmlerindeki gibi olmuyor... Hemen adaptasyon yok yani çevreye, dünyaya, o renk ve görüntü karmaşasına.. Kendi yüzünü bile bilmiyor insan.. Bu durumdaki kimi insanlar adapte olamayıp, kör oluyor... Düşüncenin gücü.. Evet.
PAZARTESİ:
Bahman Ghobadi'nin VATANIMIN ŞARKILARInı izledim. Şiddetle öneririm, şiddetle. Bunları ve daha neleri neleri Türkçe altyazıyla bulmak inanılmaz. Sinegoz'e bağış yapacağım.
Ghobadi'nin son filmi Türkiye'de 26 Ekim'de gösterime girecek imdb'nin yalancıyım. GERGEDAN MEVSİMİ. Yılmaz Erdpğan da oynuyormuş. imdb'de puanı 293 kişinin oyuyla 8,5.


3 yorum:

  1. Şu Sinegöz bende niye açılmıyor fikrin var mı?

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Filiz Hanım,
    Hah aynen işte boyle dediğiniz gibi. İnsanlar izlemeyi tercih ediyorlar. Tepki vermediklerinde de paylaşım olmamış oluyor. Sizi perdesi açık evinizde, salonunuzda, mutfağınızda ne yaptığınızı izlemiş oluyorlar. Arada temizlik yapmak şart gibi FB arakadaşları arasında. Ben geçen gün yaptım. Sadece bana en az bir kez geri bildirimde bulunanları tutarak. Sevgiler filmelerde de iyi eğlenceler. Canan Pişkin (THBT Karadeniz-yayla gezisinden)

    YanıtlaSil